Dünden Bugüne Türkiye-İsrail ve ABD İlişkilerinden Kesitler
Dünden Bugüne Türkiye-İsrail ve ABD İlişkilerinden Kesitler
Tarih 23 Şubat 1996’yı gösterdiğinde Ortadoğu’nun
en suçlu ülkesi olan İsrail’le bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşma için bazıları “stratejik
kayma” yorumunda bulunmuş bazıları da “rasyonel politika” şeklinde
değerlendirme yapmıştı. Ama ne var ki anlaşmadan Yüce Meclis’in vekillerinin
bile doğru dürüst haberi yoktu.
Özellikle askeri alandaki içeriklerini kimse bilmiyor sadece
Anlaşma’nın altına imza atanlar anlaşmayı kamuoyuna “anlaşma rasyonel
politikamızın bir sonucudur” şeklinde tanıtmaktan
başka bir şey söylemiyorlardı.Anlaşmanın ğitimle ilgili olduğu sıklıkla dile
getiriliyordu.
İlginç olan nokta; anlaşmanın imzalanması ile İsrail'in Lübnan'daki Hizbullah üslerine yönelik başlattığı operasyonun aynı zamana dek gelmesiydi. Bu “tesadüfi(!)” olayların perde arkasını merak eden millet vekilleri Meclis’te ardın sıra soru önergesi veriyor ve rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı.
Bizimkiler anlaşmanın hangi içeriklere sahip olduğunu merak
ede dursun anlaşmayı kamuoyuna ilk sızdıran İsrail’in Yediot Aharonot Gazetesi
oluyordu. Gazete anlaşmayı Türk kamuoyuna yansıtılan şekliyle hiç de eğitim
amaçlı olmadığını yazmıştı.
Anlaşmanın neden gizli kalması gerektiği ise İsrail’le 1994’te
yapılan bir başka anlaşmanın konusuydu; 31
Mart 1994'te imzalanan 'Güvenlik/Gizlilik Anlaşması'nın..
5 yıllık bir süre için imzalanan bu Askerî ve Eğitim
İşbirliği Anlaşması, savaş uçak ve gemilerinin karşılıklı ziyaretleri,
tatbikatların izlenmesi, askerî tarih, askerî müze gibi sosyal ve kültürel
alanlarda işbirliği gibi gözükse de anlaşmanın imzalanmasıyla İsrail’in
Ortadoğu’daki hamlelerinin aynı yıllara
hatta aynı günlere dek gelmesi kafalarda elbette soru işareti bırakıyordu.
O dönemde İsrail’le yapılan görüşmelerde İsrail’den bir dizi
taleplerde bulunulmuştu. Örneğin sınırların elektronik bir koruma sistemine ihtiyacımızın
olduğunu ve İsrail’in bunu sağlaması gerektiği, ya da insansız hava araçlarının
(ki 90’lı yıllarda İsrail’in insansız hava araçları HERON’lar çok meşhurdu)
tedariki gibi..
Tabi bu basının
ulaşabileceği noktadaki görüşmelerde İsrailli yetkililerin bizimkilere sordukları
Suriye politikamızın ne olacağı, Refah Partisi iktidarı olursa nasıl bir yol
izleyecekleri gibi soruları aslında o dönemde siyasete önce dış, “dış”ların teşvikiyle
sonra da iç müdahalelerin sırrını açıklamaya yetiyordu düşünenler için
Zaten bir süre sonra ülkeyi demokratik bir ülke olarak
İsrail’e tanıtanların, Refah Partisi iktidarı ihtimaline karşı bu partiyi PKK’dan
daha tehlikeli olarak tanımlamasıyla ardın sıra darbe ve sinsi müdahaleler kendini
gösterecekti.
Hatta İsrail'e RP konusunda teminat verenler, kısa bir süre
sonra Amerika'daki görüşmelerinde Sincan'da yürüyen tanklarla ilgili olarak
"demokrasi"de balans ayarı yaptık diyeceklerdi.
(Zaten 90’lı yıllara gelindiğinde orduda darbe yapma adeta
bir gelenek haline gelmişti. Bu geleneğe ilk karşı darbeyi vuran da rahmetli
Turgut Özal olmuştu. Özal’ın 1987’de,dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ
Paşa'nın “2000 planını” -2000 yılına kadar kimin Genelkurmay Başkanı olacağı
belirleniyordu-bozmasıyla “darbe
geleneği”ne bir darbe vurulmuştu.)
Bu dönemlerde İsrail’in bölgedeki etkinliği o kadar çoktu ki
Suriye istihbaratı bile Çevik Bir’in deyimiyle “MOSSAD’a angaje olmuş” ve
Suriye adeta İsrail tarafından yönlendirilir bir devlet olmuştu.
Türkiye’nin İsrail’le yaptığı o gizli anlaşma ile ilgili, seçimlerden
sonra Başbakanlığı alan Mesut Yılmaz rahatsızlığını dile getiriyor ve şunları
söylüyordu:
"Bu anlaşmanın
benzerleri bazı Arap ülkeleri ile yapılmış olsa da İsrail ile gerçekleştirilen
bu anlaşmayı kesinlikle iptal edeceğiz. Bu anlaşmanın iptal edilmesi halinde
Türk ordusunun herhangi bir müdahalede bulunacağını sanmıyoruz. Ordunun rolü
büyük ölçüde değişmiştir. Hükümet güçlü ise ordu da ona uyacaktır."
Esasında Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihine bakıldığında
Türkiye'nin son derece temkinli bir politika izlediği anlaşılıyor. Örneğin Türkiye,
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler'de Filistin'in bölünmesine
karşı çıkmış, daha sonra “Batılı devletlerin güvencesinde İsrail Devleti'ni
tanımıştı.” Zaten yanı başındaki Sovyet tahdidi de bu “tanımayı” hızlandırmıştı.
Ayrıca ülkesindeki Yahudilerin İsrail’ göçünü sağlamak için Rusya da İsrail
devletini tanımayı uygun bulmuştu. Yani bu konjonktürde İsrail’i tanımaktan
başka bir çıkar yolu yoktu.
1950’de Demokrat Parti İsrail’le belki de illk ciddi ticaret
anlaşmasını imzalamış ancak bu anlaşmanın ömrü çok kısa sürmüştü.Arap İsrail
savaşlarında İsrail’in işgal etiği yerlerden çekilmesini istemesi Türkiye’nin
geleneksel İsrail politikası haline dönüşecekti. Hatta Türkiye, bir çok Batılı
devletin aksine Filistin Kurtuluş Örgütü'nü, Filistin'i temsil eden örgüt
olarak kabul etmişti. Zaten 1976’da da İslam Konferansı Örgütü'nün bir üyesi
olmuştu.
Türkiye dış politikasının temelinde insan hayatının değerini
âdeta kırmızı çizgi olarak belirleyen neredeyse tek ülkedir. Nitekim 1958’deki
Irak iç karışıklığından kaçan Musevileri kabul edip güvenli şekilde İsrail’ ulaştıramayı
bu anlayışla gerçekleştirmiştir. Gerek savaşlarda gerekse diğer gergin
dönemlerde kurallarla ideolojik
çılgınlığı ayırt edebilen yegane millet de Türkiye milleti olmuştur.Bunu başarabilen
başka hiçbir ülke yoktur. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından tutun yüzyılın
barbarlığının yaşandığı Gazze saldırısına kadar yaşanan olaya kadar hiçbir kuralın tanınmadığını,ideolojik çılgınlığın ve
gözü dönmüşlüğün verdiği barbarlıkla nasıl bir vahşete imza atıldığını
göreceksiniz.
Tabi bu barbarlığı yapanların, aslında günümüzün en büyük emperyalist
gücünün, dünyanın “polis devleti olma”
görevini layıkıyla yerine getiremediğinden cesaret aldıklarını
söyleyebilirim;yani ABD’den..
Zaten “ABD'nin hiçbir devlet ya da kuruluşla yetki ve güç
paylaşımına gitmeden dünya barış ve güvenliğini korumak için, kollarını sıvaması”
gerektiğini dile getiren 1992 tarihli Pentagon raporu, bu devletin ileriki
dönemlerde (yani yaşadığımız bu dönemlerde) dünyanın başına kuklaları
vasıtasıyla ne belalar açacağı az çok
tahmin ediliyordu.
..Ve aynı rapordaki “"Batı Avrupa'daki, Asya'daki ya da
eski Sovyetler Birliği'ndeki devletlerden hiçbirinin Birleşik Amerika'nın
karşısına dikilecek, ona kafa tutacak güce erişmesine izin vermemek..." cümlelerinin
ağırlığı altında ezilecek olanlar mazlumlar olacaktı. Bugün Rusya’nın başına
Ukrayna’yı sarmalarının, Ortadoğu’nun başına İsrail’i bela etmelerinin nedeni işte
bu rapordaki “tek güç” olma arzusuydu.
Özellikle petrol bölgeleri nedeniyle on binlerce km. uzaktaki
ABD için milli güvenlik meselesi olarak görülen Ortadoğu’da İsrail, ABD’ye kafa
tutması muhtemel devletleri “terbiye” etmek için “tanrının kırbacı” gibi
kullanılan piyon devlet olarak ABD tarafından devamlı desteklendi.
ABD bu piyon devlet vasıtasıyla birilerinin dediği gibi “tek
kutuplu dünya” arzusu yerine aslında “çift kutuplu dünya”yı oluşturmak için
yoğun çaba sarf etmekten geri durmadı. Bu kutuplardan birinci kendileri ve kendi
kontrollerinde olan İsrail ve Arap ülkeleri, diğer kutupta ise İran,Suriye ve
Saddam’ın liderliğini yaptığı Irak..
Yani; ABD, tek kutuplu sözüm ona “huzurlu bir dünya” yerine
çift kutuplu bir dünyayı tercih eden bir politika güdüyor.Ancak bu noktada
dikkat etmesi gereken şey, karşı kutbun liderinin olmaması ve iki kutbun da
devamlı çatışma ve göstermelik rekabet içinde olmasıdır.(Rusya’yı kutuplardan
birinin başına geçmesini engellemek gibi) Yani tek kutuplu dünyada emperyalist bir gücün
ne çıkarı olabilir ki! Yeter ki her iki kutup kendi çıkarlarına hizmet edecek
şekilde zincirlensinler..
Türkiye çok ilginç şekilde -içteki emperyalist uşaklara
rağmen- ABD’nin oluşturduğu bu yapay kutuplardan birinde yer almamayı başarmış
bir ülkedir. Ama ne var ki ülkenin başına PKK gibi bir terör örgütünü musallat
edip ülkenin tüm enerjisini o örgüte karşı harcamayı da başarmışlardır. Üstelik
bu örgütün Şam’dan idare edildiğini de söyleyerek İsrail’in düşman gördüğü Şam’a
Türkiye’nin de düşman olmasını sağlamışlardı.
Yani ortak bir düşman “yaratmışlardı.” Oysa gerek İsrail’in
gerekse patronu ABD’nin Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda bir “Kürt Devleti”
kurmak istedikleri sır bir düşünce değildi. ABD sorunsuz bir şekilde planlarını Ortadoğu’da uyguladığını
düşünüyordu;ama bir şeyi hesaplayamamıştı; 2023 Türkiye’sininim her alanda
bağımsızlığa kavuşacağını.. Ve 2023 Türkiye’sinin ne HERONlara ihtiyacının
kalmamasını, ne de ABD’nin ambargolarına rağmen savunma sanayisindeki başarılarını...Hiç
birini hesaba katmadığını ve bu nedenle ilişkilerimizde agresif bir tutum takındıklarını
rahatlıkla söyleyebilirim..
Yorumlar
Yorum Gönder