Kayıtlar

Gelenekselciler Ve Tekâmülcüler..

    Gelenekselciler Ve Tekâmülcüler.. Aslında   direk olarak günümüzdeki “gelenekselciler” ile “tekâmülcülerin” yer değiştirdiği   garip tablo üzerine konuşmak yazmak daha isabetli olurdu ancak koca bir İmparatorluğun neden yıkıldığı üzerinden konuyu anlatmak çok daha isabetli olurdu diye düşündüm.   Herkesin ama herkesin kendine pay çıkarabileceğini düşünürsem sadece anlatının Osmanlı ile sınırlı kalması yeterli. Osmanlı Devleti’nde 18.Yüzyıldan, özellikle 3. Selim Dönemi’nden itibaren başlayan Muhafazakar(ya da ‘gelenekselciler’) ile Islahatçılar (ya da ilericiler.  Bu guruba liberaller de dahil edilebilir) arasında uzun yıllar boyunca büyük çatışmalar yaşanmıştı.  Bu çatışmalar zaman zaman fikri çatışmalarla sınırlı kalmamış şiddete varacak boyutlara ulaşmıştı. O dönemin “ilerici” diyebileceğimiz mütefekkirleri seslerini daha gür çıkarabilmiş olsalardı Osmanlı Devleti’nin dağılması biraz daha gecikebilirdi. “Liberal” diyebileceğimiz o döne...

Hollandalılar Sömürgecilik Tarihini / Coen Zihniyetini Sorguluyor..

  Hollandalılar Sömürgecilik Tarihini / Coen Zihniyetini Sorguluyor.. Geçen yıllarda (2017’de başlayan araştırma) Hollanda sömürgeciliği için yapıl araştırmaya göre, Endonezya'nın bağımsızlık savaşı sırasında, Hollanda’nın geniş bir çapta yapısal olarak aşırı şiddet kullandığı raporlanmış   ve Lahey yönetimi de bunu onaylamıştı. Hollanda Başbakanı Mark Rutte de özür dilemişti hemen ardından. Şimdi konu tekrar Hollandalıların gündeminde ve rapor nedense hiç olmadığı kadar dalga dalga yayılmakta. Evet; Hollanda bir zamanlar dünyanın en önemli sömürge güçlerinden biriydi. Ticaret şirketleri West India Company (Batı Hindistan Şirketi) ve United East India Company (Doğu Hindistan Şirketi) aracılıklarıyla Amerika’daki bölgelerin büyük kısmı   ve Asya kıtasında sömürgeciliğin en acımasızını uygulamışlardı. Ülke ayrıca transatlantik köle ticaretinde önemli bir rol oynadı: Batı Afrika'dan yaklaşık 550.000 kişi Hollanda gemileriyle Amerika'ya getirildi. Bugünkü Endonezya...

Sıradışı Bir Yaşam: Charles Eugène de Foucauld

Resim
“..Akşam diz çöküp alınlarını kuma gömdüklerinde, uçsuz bucaksız ufka karşı dua ederken yaptıkları jestleri” hayranlıkla izler;"La ilahe illallah" seslerinin içtenliğinde düşünceye dalar.." Sıradışı Bir Yaşam: Charles Eugène de Foucauld Yeryüzünde sürekli olarak kendini tecrit edip yalnızlıklarında kendini arayanların sayısı hiç de az değildir. Bazıları yalnızlığın girdabında kendini tamamen kaybederken bazıları da “kendini bulma”yı başarmıştır. Bakalım Hristiyanlarca yakın zamanda “aziz”(şehit) ilan edilen Charles de Foucauld “yalnızlıkta kendini bulan adam” olarak nasıl bu girdaptan çıkmayı başarmış?    Kendisi Cezayir'deki Sahra Çölü’nde yaşayan Berberi kavim olan   Tuaregler arasında yaşayan bir Fransız’dır. 1858'de Strasbourg'da Grande Nation'ın en eski ve en zengin aristokrat ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya geldi , altı yaşında yetim kaldı, büyükbabasının bakımına alındı ​​ve 1870'de ailesiyle birlikte Alman birliklerinden N...

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

  İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ Demokratik toplumun temel gerekliliği olan çoğulculuk, açık fikirlilik, hoşgörü ve   ifade özgürlüğü gibi kulağa hoş gelen haklara sahip   olma arzusu “devlet” yapısının ortaya çıktığı Tunç Devri’nden bu yana devleti oluşturan bireylerin temel arzusu olagelmiştir.   Bu hakların kavramsallaştırılması her ne kadar son yüz yılda ortaya çıkmış olsa da temelde binlerce yıllık insanlık tarihinde gerek bireysel gerekse toplumsal olarak ihtiyaç duyulan haklar olmuştur . Bazı toplumlar bu ihtiyacı “Magna Carta”nın imzalanma sürecinde olduğu gibi   yüzlerce yıl öncesinde cesurca dile getirip “Yurtsuz Jhon” gibi bir kralı masaya oturtup haklarını yazılı güvence altına almışlar, bazı toplumlar da haklarını kavramsallaştıracak bilgi birikiminden yoksun olduklarından dile getirme becerisini gösterememişlerdir. “İnsan hakları için ne yapabiliriz?” diye sorulduğunda “İnsanların bilmesini sağlayın” diyen Voltaire ve aynı dönemde yaşayan hatta neredeyse...

“Küresele Irkçılık”

  “Küresele Irkçılık” Düzenli veya düzensiz göçün sadece ülkemizde değil, gelişmiş tüm dünya ülkelerinde bir sorun haline dönüştüğünü/dönüştürüldüğünü dünya gündemini takip edenler bilirler. Tabi ülkemizin, neredeyse her karasal sınırının olduğu noktalarda yaşanan terör olayları, iç savaşlar, adeta ‘ordugâh şehirleri’ gibi oluşturulmaya çalışılan “terör şehirleri/devletçikleri, doğal olarak ülkemizin istikrarsız bir coğrafyanın tek istikrarlı ülkesi haline getiriyor ve bu da haliyle   ülkemize yasal ya da yasal olmayan yollarla yoğun göçün yaşanmasına sebep oluyor. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin sınırlarının her daim bu şekilde istikrarsız kalması elbette dünyayı tek kutuptan yönetmek isteyen güçlerin arzuladığı, desteklediği bir durum. Bu şekilde zor koşullarda ölüm kalım savaşı veren, üstelik bu savaşın yanında gerek ekonomik, gerekse savunma alanındaki bağımsızlığını kazanmaya çalışan, bu alanlarda “bağımsızlık özlemi” duyan halkımızın boş işlerle meşguliyeti,...

Napolyon'un ölümünün gizemi:

“Silahlar feodalizmi öldürdü, paralar(kuruşlar) da toplumu öldürdü” - Napolyon- Napolyon'un ölümünün gizemi: Tarihler   5 Mayıs 1821’i gösterdiğinde Osmanlı Devleti Yunan İsyanının en ateşli dönemini yaşarken çok uzaklarda bir yerde, Avrupa'nın yarısını yakan bir adam son nefesini verdi: “Tarihin Mega olarak adlandırdığı” Napolyon Bonapart! Devrik imparatorun ölüm haberi Saint Helena adasından geldi. Bonaparte, altı haftalık bir hastalıktan sonra 5 Mayıs'ta saat 18:00'de öldü. Cesedi üzerinde otopsi yapıldı ve hastalığın büyük oranda ‘ülserasyonlu mide kanseri’ olduğu tespit edildi. Hastalığının ilk dört haftasında herhangi bir ölüm belirtisi göstermedi, bilinci açıktı ama fazla bir ömrü yok gibiydi. Son iki haftaya girildiğinde kesin olarak “ölmesi beklenmeli” dendi doktorlar tarafından..   Bonaparte'ın, ölümünden beş ya da altı saat öncesine kadar   isleri yürüttüğü ve talimatlar yağdırdığı da biliniyor. Yani bilinci açıktı. Onun bu son nefesinde...

Nerdeyse Her Ülkenin “Kanlı 1 Mayıs”ı vardı; 1 Mayıs 1944 Kaisariani Katliamı.

  Nerdeyse Her Ülkenin “Kanlı 1 Mayıs”ı vardı; 1 Mayıs 1944 Kaisariani Katliamı. Bizim için “kanlı 1 Mayıs” deyince aklımıza 1 Mayıs 1977 tarihi gelir. Vahşetin yaşandığı o günü merak edenler, hakkında az-çok bir şeyler bilir. Ama karşıma çıkan ilginç ve trajik bir “Kanlı 1 Mayıs”   da Atina’nın Kaisariani banliyösünde gerçekleştirilmiş. Hem de ateş poligonunda ve 200 kişi.. Yunanlılar bu katliamın yaşandığı Pazar günü için “lk kim şarkı söylesin diye ilk kime ağlayayım” şeklinde ağıtlar yakmıştı. 1Mayıs’ın işçi Bayramı olarak kutlanmasına sebep olan 1886’daki “Chicago Vanguard Ayaklanması” sonrasında çeşitli ülkelerde yapılan etkinliler “gizemli eller” tarafından bir şekilde kanla yıkandı. İşte bu kanla yıkanan o etkinlik günlerinden biri de Yunanistan’da 1 Mayıs 1944 tarihiydi. Fakat bu defa çok da gizemli değildi. En azından bizdeki “gizemli vahşet” kadar gizemli değildi. Yunanlılar 1 Mayıs 1944’ü “Yunan tarihinin en sert ve en kanlı günü” olarak hafızalarına ka...