Sıradışı Bir Yaşam: Charles Eugène de Foucauld



“..Akşam diz çöküp alınlarını kuma gömdüklerinde, uçsuz bucaksız ufka karşı dua ederken yaptıkları jestleri” hayranlıkla izler;"La ilahe illallah" seslerinin içtenliğinde düşünceye dalar.."

Sıradışı Bir Yaşam: Charles Eugène de Foucauld

Yeryüzünde sürekli olarak kendini tecrit edip yalnızlıklarında kendini arayanların sayısı hiç de az değildir. Bazıları yalnızlığın girdabında kendini tamamen kaybederken bazıları da “kendini bulma”yı başarmıştır.

Bakalım Hristiyanlarca yakın zamanda “aziz”(şehit) ilan edilen Charles de Foucauld “yalnızlıkta kendini bulan adam” olarak nasıl bu girdaptan çıkmayı başarmış?

   Kendisi Cezayir'deki Sahra Çölü’nde yaşayan Berberi kavim olan  Tuaregler arasında yaşayan bir Fransız’dır.

1858'de Strasbourg'da Grande Nation'ın en eski ve en zengin aristokrat ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya geldi , altı yaşında yetim kaldı, büyükbabasının bakımına alındı ​​ve 1870'de ailesiyle birlikte Alman birliklerinden Nancy'ye kaçtı.

Oradaki dilbilgisi okulunda, evde dindar bir Katolik ruhuyla yetiştirildi ve Montaigne, Voltaire ve Rabelais okudu.

Bu dönem Fransası, laikliğin ve liberalizmin, rasyonalitenin Üçüncü Cumhuriyetin Fransa'sıdır. Aynı zamanda da "Sedan'ın utancı"nı üzerinde taşıyan, intikamına susamış bir sömürge imparatorluğu ve din adamlarının büyük nüfuzunu elinde tutmaya devam ettiği bir ülke..

Aile geleneğini takip eden 163 cm boyuyla Charles, askeri bir kariyer seçer. Saint-Cyr'in ünlü "Özel Askeri Okulu"na devam eder.

Ama gelecek vaad eden bir asker olarak iyi bir figür olmaktan çok uzaktır.Karakter açısından da oldukça sıkıntılıdır. Kabadır ve çevresince hiç sevilmez.

Zaman zaman herkesten uzaklaşıp kendini keser ve sonra kanlar içinde tekrar ait olduğu yere geri gelir.

Üstleri tarafından "ilgi kaybı" ve "gevşek karakter", görünümü "obezite ve kas erimesi" olarak tarif edilen Charles gönderildiği  Saumur süvari okulunda da , isteneni alamayınca kendini eğlenceye verir.


Gala yemekleri, şans oyunları, bahşişler, numarasız işler, ayrıca şık tuvaletler, at arabasıyla hizmetçiler ardı ardına onun vazgeçilmezleri olur. Miras aldığı servetini dengesizce çar çur eder.

Garsonlar ve neşeli hanımları arasında ise şişman göbek, "küçük domuz" lakabıyla tanınam Charles, daha sonra bu hayatını  şöyle özetler: "On iki yıl boyunca hiçbir inancım olmadan yaşadım", "acı dolu boşluk ve can sıkıntısı", "sessiz küçümseme" ve "hüzün…”

Radikal değişim yirmili yaşlarının ortalarında başlar. Orduda ve Cezayir’de Sufi Sunisi kardeşliğinin sömürgecilere karşı amansız gerilla savaşından çok etkilenir ve onlara katılır. Araplar ve Berberilerle karşılaşmaları da onu büyüler.

“Akşam diz çöküp alınlarını kuma gömdüklerinde, uçsuz bucaksız ufka karşı dua ederken yaptıkları jestleri” hayranlıkla izler;"La ilahe illallah" seslerinin içtenliğinde düşünceye dalar.

Bu dönemdeki duygusunu şöyle anımlar daha sonra: “Yıldızlı çöl göğü altında dua eden kişinin görüntüsü, içimde büyük bir karışıklığa neden oldu.”

Sonunda yine kışlada canı sıkılarak istifa eder ve 1883'te Fas'a bir çalışma gezisine çıkar.

Bir yıldan fazla bir süre boyunca, bir Rus Yahudi’si kılığına girerek, “Hıristiyanlar için büyük ölçüde yasak olan keşfedilmemiş ülkeyi geçerken”  büyük ama gizli, çok  değerli bir bilimsel bilgiler toplar.

Daha sonra bu bilgileri 500 sayfalık bir kitap şeklinde yayınlar ve bu yayını büyük yankı uyandırır.

 “Ancak akademilerde ve salonlarda "Afrika kahramanı" statüsünün tadını çıkarmak yerine”, artık Arapça bilen, Arap gibi giyinen ve her zaman  düşünceli biçimde manevi arayışını yoğunlaştırır.

Paris'e döndüğünde, görünüşte "Arap tarzında" yaşar, ancak aynı zamanda düzenli bir kilise müdavimi haline dönüşür.

<1886 sonbaharında, 28 yaşındayken, genel bir itiraf sırasında derin bir dönüşüm yaşadı. "O anda," diye yazıyor, "Tanrı'dan başka hiçbir şey için yaşayamayacağımı anladım."> Ve Foucault, tüm dünyevi mülklerini verir ve sevdiklerine ve arkadaşlarına sonsuza dek veda eder.

Sonraki yıllar daha ilginç yaşantısına sahne olur:

“Kutsal Topraklara” (Kudüs) yapılan ilk hac ziyaretinden sonra, Suriye'de  “bira düşkünü bir keşiş” olarak tanınır.Burada bir Kilise’ye Rahip olarak atanır. Bu hayatı çok monoton bulur ve bu görevden alınmasını ister.

Ardından Filistin'de, bir manastırda hizmetçi olarak oldukça sıra dışı bir hayata atılır. Bu sırada kendine bir yol çizer; "Doğuluların ve Afrikalıların aracısı ve mütevazı kardeşi" olacaktır.

Bir süre bu şekilde Filistin Bölgesi’nde kendince insanlığa “doğru yolu bulma” çağrısı yapar. Bir süre sonra bu hayat da kendisi için monotonlaşınca burayı terk edip Cezayir’e, Sahra Çölü’ne döner.

Bu dönemdeki gayesini de  şöyle özetler “amacım pek çok kişinin ateşe yenik düştüğü ve rahibin olmadığı yerlerde askerlerimizin beklenmedik bir şekilde ölmesini önlemek".

Fransız sömürgelerine karşı amansız mücadele veren Berberi kavimlere gidip onlara “aslında Fıransızların ne kadar “insan sever” olduklarını anlatmak için yetkililerden izin ister.

Yine o günler için şunu söyler daha sonra: “bu kadar kalabalık ve ihmal edilmiş Müslüman nüfus için mümkün olduğu kadar iyi şeyler yapmayı çok istedim."

Kendisi de Fransa'nın sömürge politikasına uyum sağlar. Bu politikanın özünde sömürgeleştirdiği halka  şirin görünmek, “onların kurtarıcısı” rolüne üstlenmek yatar. İşte Charles da Afrika halklarının gelişmesine, zenginleşmesine ve ahlakını yükseltmesine yardımcı olmak istediğini her defasında dile getirir.  Fakat “vahşi sömürge zihniyeti”nden küçük bir farkla; “birçok Fransız, Hıristiyan kardeşliğini göstermek yerine, düşmanlık ve şiddet gösterdi.” Diye şikayette bulunur.

“Yerliler”in içindeyken kısa sürede sevilmeyi başarır. Onlara bahçıvanlık ve kuyu inşaatı konusunda tavsiyelerde bulunur, hastalara bakar, aşı ve ilaç sağlar, anlaşmazlıkları çözer, köleliğe ve sık sık boşanmalara karşı koyar.

ama asla onları olduklarından farklı biçimde dönüştürmeye çalışmaz, onların kültürüne büyük saygıyı gösterir.

Tuareg dili Tamasheq'i ve Tifinagh yazısını öğrenir. Yerliler de ona bir “Hıristiyan marabout” (Kuzey Afrika’da dervişlere denir.) gözüyle bakar. Yerlilerin kendi aralarındaki çatışmalarda uzlaşmacı olarak rol alır.

İşte Foucault bu çatışmalar sırasında  1 Aralık 1916'da kargaşada bir Senussi saldırısı sırasında "yanlışlıkla" vurulur ve bir süre sonra ölür.

Bugün El Meniaa vahasında gömülü olan kendisi, ölüm yılında “tek bir dönüştürülmüş Tuareg üretemeyeceğini” üstüne basa basa belirtir.

Ve yalnızlığın bir göstergesi olarak: "En azından Tanrı'nın beni sevdiğini hissedebilseydim. Ama bana hiç söylemiyor.”” Diyerek hayata gözlerini yumar.

 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..