Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?
Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?
Hani bir şarkı vardı: “Her anını eksiksiz , Dün gibi
hatırlarım.”
Dün gibi hatırlarım 90’lı yılların “yasaklı günleri”ni;doğuya
atandığımda, üniversite yıllarında uzaktan uzaktan yorum yaptığımız meselenin
tam da göbeğinde bulunduğumu..
Hani Batı’da Kürtçenin konuşulmasının sakıncasını anlardım
da Doğu’da kendi topraklarında, bu “sakıncayı” gördüğümde anlamak/inanmak
istemedim.
Her yılın mutat toplantısında, ilçe idarecilerinin,(bir çoğu
yörenin insanı) “arkdaşlar lütfen
okullarınızda Kürtçe konuşturmayalım” uyarılarını başlangıçta garipsemese de
sonraları içten içe yadırgadığımı ve üzüldüğümü de dün gibi hatırlarım.
Dıştan yadırgamayı geçtim, Kürtçeyi bir dil kabul edip sonra
konuyla ilgili cümle kurmayı dahi aklımızdan geçiremezdik.
Beni, bir köy okulunda bile Kürtçenin konuşulmasını
yasaklamaya iten zihniyetten hep nefret ettim.
O kadar trajik sahneler yaşatmışlardı ki bize, Türkçeyi
bilmeyen birkaç ufak çocuğun, müfettiş geldiğinde nasıl sınıftan çıkıp eve
gideceklerine dair egzersiz bile yaptırmaya yönetmişti bizleri bu zihniyet.
Üniversite yıllarında şu an zaman zaman ekranlarda insanlık
dersi veren bazı sözde tarihçilerin, konferanslarda, Kürtlerin Türklerden
türediğine dair sözlerini protesto edip konferansı terk ettiğim yıllarımı da
hatırladım bu yazıyı yazarken.
Doğunun “yasaklı coğrafyası”nda, yaşamanın zorluğunu
gördüğümde o protestomun ne kadar haklı olduğunu da anlamıştım.
Sadece Doğu’da değil Batı’da da bir çok çanak antenli
kenar mahalle evlerinin “ne izliyorsunuz” diye baskına uğradığını kendi evimizden bilirim.
Bu çanak antenli evlerin genelinde Türkiye’de yasaklanan
Kürtçe kanalların izlendiğini, Türkçesi olmayanın, korkarak,çekinerek bu
kanallara yöneldiğini bir çoğumuz bilir.
Hatta gece yarısı mahallesinde dolaşan iki gençten kibar ve
beyaz olanının bırakılıp diğerinin sorgu için karakola götürüldüğünü de..
Türkiye’nin her yönünde, “beyaz Torosların” havalı
manevralarını, sivil polislerin sert bakışlı inişlerini hatırlıyorum.
Doğu veya Batı’da bırakın sıradan bir Kürt vatandaşının
kürtlüğünü diliyle telaffuz etmesini, okullardaki Kürt kökenli öğretmenlerin
bile kendini açık etmemek için nasıl çabaladığını da size hatırlatmak isterim!
Biraz daha üst tabakaya tımandığımızda, belki de bir çoğumuz
rahmetli Özal’ın Kürt kökenli olduğunu hiç bilmeyiz.Çünkü, bırakın başbakanlığında,
Cumhurbaşkanlığı makamındayken dahi kendisini Kürt kökenli olduğunu ağzından
duymadık.
Öyle ya sonraki yıllarda ülkenin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın “Demokrasi
Kürt’ün de Türk’ün de hakkı..AB’ye giden yol Diyarbakır’dan geçer” sözünden
sonra uğradığı baskıları gördük ve neden Özal’ın kendi kimliğine vurgu
yapamadığını da anlamış olduk.
Hatta Ülke’nin toplumunda ön plana çıkan herhangi bir
sanatçı, sporcu veya politikacının kendisinin Kürt asıllı olduğunu
açıklamaları, insanlar tarafından büyük bir şaşkınlıkla karşılanacak bir
durumdu.
Hadi Batı’da Türklerle aynı ekmeği paylaşanlar, aynı havayı
soluyanlar ve derin akrabalık bağları kuranlar zamanla entegre oldular ve
Kürtlüklerini dile getirme ihtiyacı duymadılar;peki Doğu’dakiler?
İsimlerini Kürtçe koymak isteyen Kürt asıllı vatandaşların
başvuruları oradaki sıradan bir memur tarafından reddedilmesi ve alternatif
Türkçe isimlerin tavsiye edilmesi bu insanlar açısından trajik bir vakaydı.
Oysa bu insanlar Türk Kurtuluş harketinde Türk-Kürt demeden
beraberce canlarını siper etmişlerdir.
Oysa Kürt kökenli insnaların marjinal olanı hariç büyük bir
bölümü, Secr Anlaşması’nda kendilerine vaad edilen sözde “Kürt Devleti”ni reddetmişlerdir.
Oysa hayatında okul yüzü görmemiş Kürt vatandaşlarımız bile
konuştuğumda, ayrı bir devleti asla istememişler ve vatanlarına sahip çıkma
konusunda en az bir Türk kadar istekli olmuşlardır.
İşte bu yüzden benim açımdan da bu yazıyı yazarken, “Kürt-Türk”
ifadelerini kullanmak zor oldu;et ve Tırnağı birbirinden ayırmaya yönelik
ifadeleri çağrıştırdığı için
Peki Bunları neden hatırlatma gereği duydum?
Çünkü klişe bir deyimle “geçmişini bilmeyen geleceğine yön
veremez” de ondan.
Geçmişte zoru yaşamayanlar yaşadıkları anın değerini hiç
bilemezler. Onlar sanırlar ki hayat her daim böyle akıp gitmişti;oysa öyle akıp
gitmedi.
Daha Devletin 90’larda izlediği güvenlik politikalarının yanlışlığına
ve bu yanlışlığın getirdiği sonuçlara değinmedim bile.. Hatta siyasi hakların
enselerden tutularak ellerinden alınmasına da..
Buraya kadar olan yüzeysel anlatımlardan sonra o dönem için
gerçekten bir “Kürt sorunu”nun varlığını kabul ediyor muyuz? Benim açımdan,
evet..
Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı veya Cumhur Başkanı’nın
kabul etmelerine rağmen, bu sorunla yüzleştiğine şahit oldunuz mu taa ki Recep
Tayyip Erdoğan’a kadar?
Rahmetli Mesut Yılmaz mı?
Ama geri adım attı.
Turgut Özal mı?
Ama “öldürüldü.”
Peki diğerleri mi?
Görmedik.
Tarihler 2005’i gösterdiğinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan Diyabakır’da bir konuşma yapmış ve şöyle demişti.
"Kürt sorunu benim sorunumdur. Her sorunun çözümünün
adresi biziz"
İşte bu konuşma, tarihte ilk kez, devleti yöneten
birinin “Kürt sorunu”nu kabul ettiği konuşma olmuştu.
Aynı gün daha da
ileri giderek:
“Her ülkede geçmişte hatalar yapılmıştır. Her
ülke geçmişinde zor günler yaşamıştır. Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü
ülkede pek çok zorluğun harmanından geçerek bugünlere geldik. O nedenle
geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz” demiş ve
yine tarihte ilk kez bir liderin, kendi devletinin de yanlış yapabileceğini
kabul ettiğini göstermişti.
Büyük bir riskin
altına girmeye karar vermişti dönemin Başbakanı Sn Erdoğan. Aldığı riskin fakındaydı
ve 2012’de TV programında bu farkındalığı şöyle dile getiriyordu:
“Vesayetçiliği ortadan kaldırmadan bir yere varamazsınız.
Ben risk alıyorum, Müsteşarım risk alıyor. Başına her şey gelebilir.
Görüştükleri kişiler malum. Ben siyasetçi olarak bu görüşmeyi yapamam, ama
onların eli ayağı durumunda olan devletteki ajanları, temsilcileri vardır ve
bunları yapar…”
Bu risk sadece siyaseten alınan bir risk değildi;canı
pahasına alınan bir riskti.
Başarısız olması durumunda en iyi ihtimalle bu gün olduğu
gibi yüzüne vurulacaktı. “Başarısız oldu” ve Allah’ın yardımıyla en iyi ihtimalden
ötesi olmadı onca girişimlere rağmen.
Nitekim Kürt sorunu ile ilgilenen hemen bütün devlet ve
hükümet görevlileri çözüm sürecinin bitmesi sonrasında geri plana düştüler, o
kaldı.
Bu süreci başarısız bulanlardan değilim. Nitekim Devlet
yapması gerekeni yapmak zorundaydı ve belki de 30 yıl sonra yapmaya çalıştı.
Bu süreci başarısız bulanlardan değilim.Nitekim teör
örgütünün kuruluşundan bu yana sarıldığı tüm argümanlar bertaraf edildi.
Yine bu süreci başarısız bulanlardan değilim. Nitekim dağa
çıkmanın nedenleri ortadan kalktı ve artık isteğe bağlı olarak dağa çıkışlar
büyük oranda azaldı.
Peki ne oldu da Kürtler için büyük sorunlar, hatta bir kısmı
için dağa çıkma nedeni olarak gösterilenler ortadan kalktı..
-Kürtlerin kendi
diliyle konuşmaları artık tamamen serbest bırakıldı.
-Kimliklerde Kürtçe isimlerin kullanılması serbest
bırakıldı.
-Kürtçe televizyon kanallarının kurulmasına izin verildi ve
de teşvik edildi.
-Gerekli sayıyı oluşturmaları halinde Kürtçenin seçmeli ders
olarak okutulmasının zemini oluşturuldu.
-Üniversitelerde Kürt Dili Edebiyatı kürsüleri kuruldu.
-Türkçe bilmeyenlerin mahkemelerde tercüman bulundurmaları
sağlandı.
-Yer adlarının orjinaliyle kullanılması sağlandı.
Daha nice leri..
Bunların hiç biri bir lütuf değildi. Olması gerekenler
olmuştu. Devlet kademesinin anlayışı da bu yöndeydi.Aksi halde çözüm sürecinin
bitmesiyle bu haklar geri alınabilirdi.
Nitekim bu gün, bu saydıklarımızın aksini yapanlar toplumun
büyük bölümde anormal, faşist ruhlu olarak nitelendirilmekte.
Bu gün terör unsurlarının cirit attığı dağlarda, doğa
yürüyüşleri yapılıyorsa ve de Diyarbakır Anneleri terör destekçisi bir partinin
kapısında eylem yapıyorsa bu hem çözüm sürecinin hem de sonrası gerçekleşen
güvenlik politikasının bir sonucudur.
Bu gün hiçbir Kürt vatandaşımız, benim haklarım yok veya
haklarım kısıtlı diyebiliyor mu? Akisne haklarına saldırı olması halinde
milletin büyük bölümü arkalarında durmuyor mu?
Bu gün mecliste , teröre destek verdikleri halde
varlıklarını sürdürebiliyorlar mı? Meclis oturumlarına dahi başkanlık
yapıyorlar mı?
O halde Kürtlerin sosyal ve siyasal hakları eşitlenmiş
demektir;geriye ekonomik sorunlar kalmıştır.
Yörenin zenginlerinin dahi bölgede yatırım yapmamasından
tutun, terör örgütünün saldırılarına rağmen ekonomik düzelmenin sağlanması için
yapılanları anlatmak sayfalar alır. Ama henüz istenen düzeyde bir başarı elde
edilmediğini de kabul ederim.
PKK’nın şu anda terör faaliyetlerine argüman olarak elinde
kalan ve kullandıkları tek argüman “anadilde
eğitim.”
Bu gün Kürtlerin büyük çoğunluğunun bile ortak dili olarak
Türkçeyi kabul etmekten rahatsızlık duymadıkları göz önüne alınırsa bu istek de
terör için yeterli bir argüman değil.
Kaldı ki bir ülkenin her şartta, her devlet dairesinde, her
kamu kuruluşunda geçerli olacak tek bir
dili olması gerekir. Bunu ben “kucaklayıcı dil” olarak tanımlarım, başkası “resmi
dil” bir başkası “ana dil”..
Aksi durumda kargaşanın ve art niyetli isteklerin önünü
alamayız.
Tüm bu anlatılardan sonra şunu rahatlıkla diyebilirim:
Kürt sorunu tarihin tozlu sayfalarında, hatırlanmamak üzere
yerini almıştır. Tek bir sorun vardır o da terör sorunudur.
Yorumlar
Yorum Gönder