Kayıtlar

Çizmenin Topuğunu Kırmıştı ki.. Otranto Seferi..

Resim
  Çizmenin Topuğunu Kırmıştı ki.. Otranto Seferi.. Tarihin Eylül aylarından biriydi yine. Fatih Sultan Mehmet, Hristiyanların hayatını kabusa dönüştüren bir hamle yapmıştı;Otronto’yu almıştı. Çizmenin topuğunu kırmıştı..   11 Ağustos 1480 i gösterdiğinde Osmanlı gemicileri İtalya’nın güneyindeki Pulya bölgesine, Pulya’nın limanı Otranto’ya vardılar. Sultan’ın kızıl elması için ilk ve çok önemli bir adım olacaktı bu varış. “Yıldırım Bayezid’in “Atıma, yemini Roma’daki Sen Piyer Kilisesi’nin mihrabında yedireceğim” dediği söyleniyordu.” Fatih de bu Kızıl Elma hayalini, “sanacağını Notre Dame Katedrali’nin kulesine dikerek gerçekleştir mek” istiyordu. Fatih İstanbul Kuşatması sürecinde   ustalıkla   uyguladığı siyaset stratejisini bu sefer sürecinde de uygulamayı başardı. Venedik’le anlaşarak bir döneme kadar denizlerin efendisi olan bu devletin tarafsız kalmasını ağladı. Başarması durumunda Hristiyan dünyası için yıkımla sonuçlanacak bu sefer süreci...

“SÖZDE BAĞIMSIZLIK”TAN “ÖZDE BAĞIMSILIĞA..”

   “SÖZDE BAĞIMSIZLIK”TAN “ÖZDE BAĞIMSILIĞA..”  Tarihler 15 Ekim 1881’i gösterdiğinde koca Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsızlığını büyük ölçüde yitirdiği Muharrem Kararnamesi imzalanmış ve Osmanlı Devleti’nin ekonomisi büyük ölçüde yabancıların kontrolüne geçmişti.   Çünkü bu kararnamenin 15. maddesine göre; alacaklıların menfaatini korumak ve borçların ödenmesini bir plan dâhilinde yürütmek üzere, Düyûn-u Umumiye İdaresi (Düyûn-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi)kurulmıştu. Bu kurum,   bu dönemin IMF (Uluslararası Para Fonu)’nin ilkel şekliydi; ve Devletin vergi gelirlerinin büyük kısmına el koyup tüm ekonomik faaliyetleri kontrol altına almayı hedeflemişti. Ekonomik hedeflerini, birililerinin belirlediği Osmanlı Devleti’nde, doğal olarak siyasi hedefler de yabancıların belirlediği çizgiyle sınırlı kalacaktı. 1881 tarihi, esasen Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığının resmiyette kaldığı; fiili bağımsızlığını yitirdiği bir dönüm noktası oldu...

-İNEBAHTI-

Resim
  “Merzifonlu gibi tarihe adını yazdırmak istedi.. Tıpkı onun gibi yazdırdı da.. -İNEBAHTI- Bölüm 1 -İyi Okumalar- 15 ay sürmüştü Kıbrıs’ın alınması. Lala Mustafa Paşa 3 Temmuz 1570’de çıktığı Kıbrıs seferini 9 Temmuz’da Girne’nin kendiliğinden teslim olması ve ardından Lefkoşa ve Magosa kuşatmaları derken Lala Mustafa Paşa Kıbrıs Fatihi olarak tarihe geçti. Ardında 50 bin babayiğitti şehit olarak bırakmıştı. Adaya çıkan Lala Mustafa Paşa geleneğe göre şehrin sembolü olan Ayasofya Kilisesi’ni 15 Eylül’de camiye çevirdi. Tabi Haçlı donanması yardıma gelmişti gelmesine de iş işten geçmişti ve geldikleri gibi geri dönmüşlerdi. Tabi Lala Mustafa Paşa “Kıbrıs Fatihi “ olarak büyük bir heyecanla karşılandı İstanbul’a döndüğünde. Alaylar, şenlikler yapıldı. Tabi Kıbrıs’ın alınması oldukça derin yaralar açtı Haçlı dünyasında. Vakit kaybetmeden büyük bir ittifak içine girdiler. Bu ittifakın oluşmasında Türk düşmanlığıyla ün salmış Beşinci Pius’un katkısı çok fazlaydı. Kıbrıs’ın alınmasınd...

Özgürlük, Muhatabına Karşı Sorumsuz olmayı Gerektirmez..

  Özgürlük, Muhatabına Karşı Sorumsuz olmayı Gerektirmez.. Vaktiyle Abdülhamit Han’a demokrasi ile ilgili fikri sorulduğunda “Halkım hazır değil. Bu dumurumda demokrasiyi getirmek hayatı boyunca eline silah almamış birinin eline silah verip ateş etmesi gibi olur” demişti. O günün koşullarına baktığımızda pekâlâ ma’kul bir beyandı bu. Nitekim 1. Meşrutiyet sürecinde yaşananları, suiistimalleri, hakaretler ve galiz küfürleri hep okuduk ve de okuyoruz. 2.meşrutiyet sonrasını hiç dile getirmeye bile gerek yok.. Hangi oyunların döndüğünü, kimlerin kimlerle işbirliği yapıp devleti aleyhine gizli faaliyetler yaptığını, nihayetinde 31 Mar Vak’ası gibi acı olayın devlete ve halka neye, nelere mâl olduğunu az çok tarih okuyan bilir ve anlar. Anlamayanlar “magazin kültürü” çerçevesinde olaylara yaklaştıklarının biraz farkına varsalar işin magazinsel boyutunun olmadığını anlayacaklar. Çoğumuz demokrasiyi sadece özgürlüklerin hoyratça yaşandığı yaşam şeklinden ibaret biliriz. ...

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

  Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu? Hani bir şarkı vardı: “Her anını eksiksiz , Dün gibi hatırlarım.” Dün gibi hatırlarım 90’lı yılların “yasaklı günleri”ni;doğuya atandığımda, üniversite yıllarında uzaktan uzaktan yorum yaptığımız meselenin tam da göbeğinde bulunduğumu.. Hani Batı’da Kürtçenin konuşulmasının sakıncasını anlardım da Doğu’da kendi topraklarında, bu “sakıncayı” gördüğümde anlamak/inanmak istemedim. Her yılın mutat toplantısında, ilçe idarecilerinin,(bir çoğu yörenin insanı)   “arkdaşlar lütfen okullarınızda Kürtçe konuşturmayalım” uyarılarını başlangıçta garipsemese de sonraları içten içe yadırgadığımı ve üzüldüğümü de dün gibi hatırlarım. Dıştan yadırgamayı geçtim, Kürtçeyi bir dil kabul edip sonra konuyla ilgili cümle kurmayı dahi aklımızdan geçiremezdik. Beni, bir köy okulunda bile Kürtçenin konuşulmasını yasaklamaya iten zihniyetten hep nefret ettim. O kadar trajik sahneler yaşatmışlardı ki bize, Türkçeyi bilmeyen birkaç ufak çocuğun, müfettiş gel...

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

  Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki! Size darbenin tarihini anlatacak değilim. Size darbenin dış bağlantılarını amacını da anlatma niyetinde değilim;bu yönüyle ilgili bilgilendirmede, Yaşar Hacısalihoğlu gibi nice   üstadlar zaten üzerine düşeni fazlasıyla yapıyorlar. Ben sizden şu sorunun cevabını istiyorum: Bizim “ölülerimiz” emperyalistlerin “ölülerinden çok mu değersiz..?” Biz, 15 Temmuz gecesi geleceğimizin karanlıklarda kaybolacağını zannederek ağlamadık mı? Karamsarlıkla akan gözyaşlarımızı, umut dolu yaşlara çevirenler kimler? Biz o gece bin küsur yıllık tarihimizde görmediğimiz, okumadığımız, hayal bile edemediğimiz vahşeti yaşadık. Bu vahşetin, evlerimizin içine kadar sirayet etmesini engelleyenler kimler? Hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum ama biz o gece 251 şehit verdik sevgili okurlar! Tamı tamamına 251 savunmasız insanımızın parçalanmış bedenlerine şahit olduk. Parçalanan her bir bedenin parçasının, bizi “şeytanın askerinden” koru...

“Çölünde kendini bulamayan, vahasında kendini yitirir.”

  “Çölünde kendini bulamayan, vahasında kendini yitirir.” Gündemlerimiz o kadar yoğun ki, zayıflamaya etkisi olsa, inanın Türk Milleti’nin erkekleri filinta gibi, kadınları ise Madonna gibi olurdu. Ne var ki şanssızız, maalesef zayıflamaya etkisi yok. En azından fiziki zayıflamaya.   En azından diyorum çünkü gündemin yoğunluğuna paralel olarak “zihinsel zayıflama”   kendini kuvvetlice hissettiriyor. O kadar ki zihnin susuzluğu “pembe rüyalar fırtınası”na dönüşebiliyor. Ama şu da bir gerçek ki “Çölünde kendini bulamayan, vahasında kendini yitiriyor” Zihinler o kadar yorgun ve o kadar “zayıf” ki, bu zayıflık,hayranları tarafından (kendisine dahi yaramayacak bir söylem olmasına rağmen) bir gündemde olan birinin tarihimizin, hatta Dünya tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Fatih Sultan Mehmet’e benzetilmesine, benzetilmekle kalınmayıp birebir, eş değeriymiş gibi tanıtılmasına kadar gidebiliyor. Benzetilen Sayın Belediye Başkanı’nın eşdeğeri kim peki? Hani ...