“Çölünde kendini bulamayan, vahasında kendini yitirir.”
“Çölünde kendini bulamayan, vahasında kendini yitirir.”
Gündemlerimiz o kadar yoğun ki, zayıflamaya etkisi olsa,
inanın Türk Milleti’nin erkekleri filinta gibi, kadınları ise Madonna gibi
olurdu. Ne var ki şanssızız, maalesef zayıflamaya etkisi yok. En azından fiziki
zayıflamaya. En azından diyorum çünkü
gündemin yoğunluğuna paralel olarak “zihinsel zayıflama” kendini kuvvetlice hissettiriyor.
O kadar ki zihnin susuzluğu “pembe rüyalar fırtınası”na
dönüşebiliyor.
Ama şu da bir gerçek ki “Çölünde kendini bulamayan,
vahasında kendini yitiriyor”
Zihinler o kadar yorgun ve o kadar “zayıf” ki, bu zayıflık,hayranları tarafından (kendisine dahi yaramayacak bir söylem olmasına rağmen) bir gündemde olan birinin tarihimizin, hatta Dünya tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri
olan Fatih Sultan Mehmet’e benzetilmesine, benzetilmekle kalınmayıp birebir, eş
değeriymiş gibi tanıtılmasına kadar gidebiliyor.
Benzetilen Sayın Belediye Başkanı’nın eşdeğeri kim peki?
Hani 12 yaşında tahta çıkan, bu yaşlarda 7 yabancı dili
anadili gibi konuşan ..
Hani 21 yaşında dâhiyane bir stratejiyle “asla aşılamaz”
denilen surları aşıp Konstantin’i İstanbul yapan..
Hani bin küsur yıl varlığını sürdüren Doğu Roma
İmparatorluğu’nu tarihin tozlu sayfalarına sıkıştıran..
Hani bir Bizanslı
Tarihçinin kendisiyle ilgili olarak “Sultan Mehmet’e kadar sadece
İskender’i inatçı ve kararlı zannederdim” diye bahsettiği Sultan..
Hani Bilim’e merakından dolayı Ali Kuşçu gibi birçok Bilim adamını İstanbul’a getirten..
Hani hastalık belirtisi baş gösterdiğinde kayak yapmak
yerine Otronto Seferi’ni tertip edip İtalya’yı almayı düşünen..
Hani “Avni” mahlasıyla şiirler yazan Sultan var ya! İşte eşdeğeri
bu Sultan’dır.
Yorum yapmak için çok fazla satır israfı yapmanın gereği
yok.
Fakata asıl mesele “benzetilen” değil;nihayetinde
benzetilenin suçu yok.
Asıl mesele benzetenin kendi tarihi şahsiyetlerini ulu orta
birilerine benzetme merakı.
Asıl mesele “benzetilen” değil;nihayetinde kendiyle gurur
duymasından başka yapabileceği bir şey yok.
Asıl mesele benzetenin, bu benzerliği yaparken kimleri
“Bizanslaştırdığı!”
İşte zihinlerin yorgun, aç ve sonuç olarak da zayıf
düşmesinin sonuçlarından biridir bu.
Bir başka “zayıf zihin” örneği de Adli yılının duayla
açılışına tepki gösterenlerin zihni.
Fakat bunların zihinleri için “zayıf” tabiri çok iyimser olur.
Bunların zihinleri karanlık.
Bunların zihinleri kendi kültürüne yozlaşmış zihinlerdir.
Bunların zihinleri yaşadıkları vatan toprağının aldığı
duaları inkâr eden inkârcı zihniyettir.
Bunların zihniyeti bencildir, zavallıddır,aşağlık
kompleksinin sığlığında çırpınana zihinlerdir.
Bunların zihinleri afyonlanmış kör zihinlerdir.
Bunların zihinleri her daim “sömürdükleri” “Atatürk’ün ,
kendi yaşamında yaptıklarını bile bilemeyecek, bilip de söyleyemeyecek kadar
cehalet ve korkaklık ağı ile örülmüş
zihinlerdir.
Bunların zihinleri Ortaçağ’ın engizisyon başkanlarının
zihinlerinin ta kendisidir. Tıpkı onlar gibi kendi düşündüklerinden başka doğru
kabul etmeyen biçare zihinlerdir.
Bundan 20 yıl
önce, bu zihin yapısıyla mücadele etmenin imkânsız olduğunu düşünürdüm veya
düşünürdük. Şükür ki gürültü koparmadan, boş teneke gibi çevreye rahatsızlık
vermeden, sessiz sedasız bu kör zihinler, kör bir kuyuya itiliverdi.
İşte bu yüzden Adli Yıl’ın duayla açılış resmi, sessiz bir
devrimin ta kendisidir.
Birilerinin hiç bilgisi olmadığı halde Atatürk’ü öne sürerek “kuvvetler
ayrılığı” dersi vermeye kalkmaları da onların cehaletini gösteren eşsiz bir misâl gibi..
Yahu Atatürk hayatı boyunca “kuvvetler birliği”ni
savunmuştur. Biraz olsun okuma kültürüne sahip olsalardı, bu sistemi
savunduğunu ,her konuşmasında, hatta çoğu zaman Jean-Jacques Rousseau’dan
alıntı yaparak arzusunun bu yönde olduğunu bilirlerdi. Tabi bu onların ayıbı,
beni bağlamaz.
Zaten mesele de “erklerin” nasıl olduğu değil ki! Onların ki
sadece Atatürk’ü anarak haklı olma çabasından öte bir şey değil.
Yorgunluktan bitap düşmüş zihinler, Distopyanın tam da
ortasında bulunduklarının farkında değil tabi. Onlar için her yer karanlık;her
an “karabasan”la yaşamaya mahkumlar.
Ruhları okadar karanlık ki, “tükenmişlik sendromu”ndan
kurutulmanın tek yolunu, kendilerince “modaya uymakta” arıyorlar.
Kendilerini tatmin eden “moda” ise, beceriksizliklerinin,
tükenmişsizliklerinin sebebini “dini yaşamadıkları halde” dinde arama modası.
Üstelik o kadar korkakça bir yaklaşım sergiliyorlar ki, tolumun %99’u Müslüman olan(!)
bir memlekette direk İslam’ı değil de sözüm ona “İslamcı hükümetleri” hedef
alıp “beceriksizilğimizin temel nedeni işte bunlar” diye biliyorlar.
Bu bağnazlığın sebebini sadece bu tür kişilerde aramak da
doğru değil.
Eğer toplum olarak her önümüze gelene, her şaklabanlık
yapana, her göbek atana, her çığırana, her “soytarı”ya sanatçı diyorsak bu
tiplerin iğrençliklerine de katlanmak zorundayız.
‘Sanat’ın içini boşaltan biz, ‘sanatçı’nın kriterlerini yok
sayan yine biziz. Neyden ve niçin şikayet ediceğiz?
Yorumlar
Yorum Gönder