-İNEBAHTI-
“Merzifonlu gibi tarihe adını yazdırmak istedi.. Tıpkı onun gibi yazdırdı da..
-İNEBAHTI-
Bölüm 1
-İyi Okumalar-
15 ay sürmüştü Kıbrıs’ın alınması. Lala Mustafa Paşa 3 Temmuz 1570’de çıktığı Kıbrıs seferini 9 Temmuz’da Girne’nin kendiliğinden teslim olması ve ardından Lefkoşa ve Magosa kuşatmaları derken Lala Mustafa Paşa Kıbrıs Fatihi olarak tarihe geçti.
Ardında 50 bin babayiğitti şehit olarak bırakmıştı.
Adaya çıkan Lala Mustafa Paşa geleneğe göre şehrin sembolü olan Ayasofya Kilisesi’ni 15 Eylül’de camiye çevirdi. Tabi Haçlı donanması yardıma gelmişti gelmesine de iş işten geçmişti ve geldikleri gibi geri dönmüşlerdi.
Tabi Lala Mustafa Paşa “Kıbrıs Fatihi “ olarak büyük bir heyecanla karşılandı İstanbul’a döndüğünde. Alaylar, şenlikler yapıldı.
Tabi Kıbrıs’ın alınması oldukça derin yaralar açtı Haçlı dünyasında. Vakit kaybetmeden büyük bir ittifak içine girdiler.
Bu ittifakın oluşmasında Türk düşmanlığıyla ün salmış Beşinci Pius’un katkısı çok fazlaydı.
Kıbrıs’ın alınmasından ötürü en fazla zarar uğrayan ve daha da uğrayacak olan devlet Venedik’di. İnim inim inleyen bir ruh halindeydi. Papaya müracaatta bulundu.
Tabi Papa için Haçlı ittifakı teklifi ayağa gelen büyük bir fırsattıç Venedik Papanın olurunu aldıktan sonra Alman imparatoru Maksimilyen’in kapısını çaldı. Ancak hiç beklemediği bir cevap aldı. İmparator bu birlikteliğe katılmayı reddetmişti.
Koca İmparator’un menfaatlerinin kölesi olduğunu gören Venedik Fransızlara başvurdu. Ancak tarih boyunca iki yüzlü politika izleyen Fransızlar “kem küm” yapıp, ittifaka katılmak yerine çıkacak savaşı önlemeye yönelik nasihatlerde bulundu. Hatta Fransa'nın İstanbul'daki elçisi “Dax piskoposu M. Noailles Venediklilerin Osmanlılarla barış yapması için arabuluculuğa” yeltendi.
Bu devletlerin bir araya gelememesinin sebeplerinden biri elde ettikleri ticari imtiyazlardı. Ancak esasında Türk korkusuydu. Bu noktada Kıbrıs’ın alınması sürecinin uzun olması işte bu korkularını biraz olsun hafifletti. Bir nevi alttan alta cesaretlenmeye başlamışlardı.
Önce Venedik, Papalık ve İspanya “Mukaddes İttifak” adında bir ittifak kurdular. Kapıyı da açık bıraktılar. Hatta aralarında imzaladıkları anlaşmanın beşinci maddesini herkesin görebileceği bir yere astılar.
Maddede Türklerin gasp ettikleri toprakları geri alacakları, Hristiyanlığın kurtuluşuna hizmet ettikleri felan yazmaktaydı. Yani işi duygusallığa bağlamışlardı.
İttifak kurulduktan sonra ittifak donanmasının başına “ V.Karl’ın (Charles - Quint) gayrı meşru oğlu Don Juan d’Autriche (Don Juan de Austria) “ getirildi.
Tabi bizim Osmanlı ve bizim Sokullu Mehmet Paşa – ki her ne kadar Kıbrıs’ın alınmasına bu nedenle karşı çıktıysa da olan oldu- kendisine bağlı “Dubrovnik beyleri” ve casusları vasıtasıyla ittifakı adım adım izlemekteydi.
Bu ittifak oluşurken Osmanlı donanması Kıbrıs’a çıkarma yapıp kışı geçirmek üzere İstanbul’a dönmüş ve o esnada Venediklilerin bu ittifakı kurmaya çalıştığı haberi gelmeye başlamıştı.
Bu ittifak çalışmaları sırasında son kale Magosa kuşatma altındaydı. Türkler ittifak oluşmadan bir an önce Magosa’yı almak için alelacele tam bir hazırlık yapmadan tekrar yola koyuldu. Bu büyük bir hataydı.
Hata bununla kalsa iyiydi. İkinci büyük hata yapılmıştı. Piyale Paşa gibi bir denizci İstanbul’da alı konulmuş yerine Müezzinzâde Ali Paşa getirilmişti. Bu Paşamız Kaptan-ı deryalığa getirilmiş getirilmesine de kendisi Yeniçeri Ağalığından gelmişti. Yani cesaretine laf yoktu ama denizciliğe yabancıydı.
Tabi bir diğer değişiklik yine denizciliğe yabancı vezir Petrev Paşa’nın Serdarlığa getirilmesiydi.
Osmanlı donanması İstanbul’dan irili ufaklı 300 den fazla gemiyle hareket etti. Donanmaya Venedik gemilerinin Girit’te oluğu haberiyle birlikte vur emri de yollanmıştı. Girit’e gidildi. Gerçekten Venedikliler ordaydı. Venedik donanma komutanı Marco Quirinisağlam tertibat aldı ve zarar almadan kaçmayı başardı.
Ne var ki bu, Venedik donanmasının sadece küçük bir kısmıydı. Ama yine de kaçışları Girit halkını telaşa düşürdü. Üstelik Osmanlı donanmasına Cezayir beyi Uluç Ali Paşa da katılmıştı. Osmanlı kuvvetleri Venedik şehrine doğru ilerlemeye başladı. Şehir halkı panik içinde ağa sola kaçış
maktaydılar.
Uluç Ali Paşa bir şeylerin ters gittiğini düşündü bir an. Evet Osmanlı donanması oldukça fazla kısımlara ayrılmıştı. Üstelik tersane kumandanı “Kara Hoca” “balıkçı kılığıyla casusluk yapmış” ve getirdiği haberler hiç de iç açıcı olmamıştı.
Müttefikler İtalya’da büyük bir kuvvet toplamıştı. Hem bu haberi hem de Kıbrıs’ın alınmasının tamamlandığı haberini alan Müezzinzâde Ali Paşa donanmasına çeki düzen vermek üzere İnebahtı’ya dğru hareket etti.
Bu sırada Don Juan d’Autriche 23 Ağustos’ta müttefik kuvvetlerine ulaştığında askerlerindeki tedirginliği gördü. Hatta İtalyan askerleri ile diğerleri arasında geçimsizlik te baş göstermişti. Bu geçimsiliğin temel nedeni Türklerle yapılacak savaş konusunda fikir ayrılıkları içinde olmalarıydı. Türk korkusu sarmıştı yine. Hatta İspanyol Amiral Don Luis de Requesens, sadece gösteri uçuşu yapmakla yetinilmesi gerektiğini dile getirdi.
Don Juan d’Autrich ise tüm kuvvetleriyle Türklere saldırmaları gerektiğini, parçalanmış Türk kuvvetleri kendileri için bir şans olduğunu söylüyordu. Don Juan aslında haklıydı.
Hülasa günlerce süren savaş meclisi toplantılarından savaş kararı çıktı.
Osmanlı’da Keşif ve casusluk işlerinde vazife alan "Kara Hoca ve Kara Ali ismindeki denizciler gayet cür’etkârane hareketlerle bilgiler getiriyordu. Ancak sağlam bilgi edinemedikleri ve bazı noktalarda yanıldıkları anlaşılacaktır” ilerleyen günlerde.
Harp meclisi toplandı. Toplantıda “Barbaros Hayreddin Paşa oğlu Haşan Paşa ”da bulunmaktaydı. Mecliste tecrübe kokan Uluç Ali Paşa, donanmanın aylarca suda yüzdüğünü, yorgun olduğunu, bakıma muhtaç olduğunu hararetle dile getirdi.” Onun için donanmanın İnebahtı Boğaz’ının gerisine çekilmesinin isabetli olacağım bildirdi.”
Bu boğaz dar olduğundan düşmanın buradan geçmesi mümkün olmayacaktı Paşaya göre. Petrev Paşa da bu fikre katıldı. Hatta Uluç Ali Paşa bir eksikliğe de dikkat çekiyordu. Mürettebatın bir kısmı izinle bir kısmı izinsiz şekilde ortadan kaybolmuştu. Bunlar herkesin görebileceği eksikliklerdi.
Gelin görün ki Kaptan-ı derya Ali Paşa tüm bu önerilerin karşısına dikildi. O da ileri ki tarihlerde “Merzifonlu” gibi tarihe geçmek(!) istiyordu galiba. Gerçi Merzifonlu’dan farkı belki de şuydu: Merkezden bizzat emir alması saldırı için. Ama yine de ona durum anlatılmış o buna rağmen
«gayret-i İslâm ve ırz-ı padişahı yok mudur, her sefineden beşer onar adam nâkıs olmakla ne lâzım gelir» gibi sözlerle eksiklikleri önemsememişti.
Uluç Ali Paşa baktı ki kaptan ikna olmuyor, o zaman bari açık denizde savaşlım fikrini attı ortaya. Ama dinleyen olmadı. Bizim Uluç Paşa baktı ki bu da kaale alınmıyor “gemilerinin düşman tarafından fark olunmaması için gemilerden fanus, bayrak ve flamaların kaldırılmasını teklif etti” bu bile kabul görmedi.
Anlaşılan Uluç Paşa’nın muhtemel başarıdan alacağı pay engellenmeye çalışılıyordu. Zaten ne geldiyse başa, tüm başarıların kendisine mal etmek isteyen idarecilerden geldi.
Peki vezir Petrev Paşa ne güne ordaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder