Yeni “Ulus”a, Yeni Tarih!
Yeni “Ulus”a, Yeni Tarih!
İyi Okumalar..
Kurtuluş Savaşı Dönemi’nin sıcak çatışma saatleri nihayete erdiğinde,
Batılılaşmanın bir gereği olarak yeni bir ulus inşa edilmesi
kararlaştırılmıştı.
Bu “yeni ulus yaratma” fikri oldukça ilgi görmüştü;ancak bu, oldukça
radikal kararların alınmasını da gerektirmekteydi.
Öncelikle alınan radikal kararlardan biri de bu yeni “ulus”a yeni bir tarihin
gerekliliği kararıydı.
Kollar sıvanmıştı. “Eski tarih” “yeni ulus”un geçmişe yönelik özlem
dolu duygu ihtiyacını karşılamayacak olmalı ki “yeni ulus”a “yeni tarih”, bir
zorunluluk olarak görülmekteydi.
Bu “yeni tarih”te bazı dönemlere ihtiyaç yoktur(!). Örneğin “İslami
Dönem” ve o dönemi anımsatacak diğer dönemler..
Peki nerden başlanmalıydı “yeni ulus”un “yeni tarih”i?
Çok fazla kafa yorulmadan; bir-iki ufak çapta görüş alışverişi neticesinde
başlangıç yeri bulunmuştu: Orta Asya.
Nitekim dönemin Maarif Vekili Esat Bey, Türklerin Orta Asya’da Yontma Taş
Dönemi’ne çağdaşlarından 12000 yılevvel geçtiğini, Avruplıların ağaç kovuğunda
yaşadıkları dönemde Türklerin madencilikle uğraştığını, çiftçilik yapıp atı
evcilleştirdiğini, Mezopotamya medeniyetleri öncelikli olmak üzere tüm
medeniyetlerin esaslarını belirledikleini,Avrupalıları mağralardan
kurtardıklarını uzun uzadıya, duyulmak isteneni yazarak anlatmıştı.
“Yeni Tarih” inşasının sadece bu ve benzeri cafcaflı sözlerle mümkün
olmadığını bilen “yeni tarih yapıcılarımız”,inşaatın ın noksan olan en önemli malzemesini
de ihmal etmeyeceklerdi;İdeolojisini..
Bu ideoloji öyle bir ideoloji olmalıydı ki, hem modern hem de
birleştirici yanı bulunmalıydı.
Din’nin birleştiriciliğinden ürkenler bu yeni birleşticiyi çoktan
bulmuşlardı anlaşılan.,Milliyetçiliği..
İçerdiği bağlılık hammaddesiyle ilgi çekici olan bu ideoloji için
kimler neden aksi düşüncede olsunlar ki!
Ama önemli olan bu modern ve hammaddesi Fransalardan gelen ideolojinin
işenmesi ve inşa edilmek istenen “yeni tarih” anlayışına uygun hale getirilmesiydi.
Çalışmalar başladı.
Esasında çalışmaların başladığı 1930’larda Türkiye’de devrimle ideolojisinin en yoğun şekilde yaşandığı
dönemlerdi. Bu dönemde yapılmak istenenlere yönelik makul sebepler bulmak
oldukça kolaydı. Örneğin:
“Bir gün Afet İnan,Atatürk’e Türkleri ikinci tür insan kabul eden Fransızca bir coğğrafya kitabı gösterir.
Okudukları karşısında şaşıran Atatürk, “Hayır olmaz! Bunun üzerinde meşgul olalım.Sen çalış!” der.”
Çalışmalarını yoğunlaştıran Afet İnan-ki kendisi 24 yaşında Ankara Musiki
Muallim Mektebi’nde Tarih Öğretmeni’dir- çalıştıkça ilginç tezler ortaya atar
ve alışılmışın dışındaki sentezleriyle bir konuşma yapar.
Konuşmasının büyük bölümünü Türk tarihinin çok eskilere dayandığı tezi
üzerinedir. Bu tezini bulduğu belgelerle pekiştiren Afet İNAN’ın gaayreti ile
28 Nisan’da Türk tarihini araştırmak üzere bir heyet kurulmasına karar verilir.
Nihayetinde 16 kişiden oluşan “Türk Tarihi Tetkik Heyeti” oluşturulur.
İlginç olan, heyette Kabataş Lisesi tarih öğretmeni Mükrimin Halil (Yınanç) dışında geri
kalanların tamamı siyasetçi olmasıdır; bazıları milletvekili, bazıları da siyasi
kimliği olanlardır.
Heyet 1930’un sınlarına kadar yoğun bir çalışma yaptıktan sonra,
çalışmaları “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı kitapla somutlaştırır.
Artık tarih, devletleştirilmiştir.
Bu çalışmadan esinlenerek hazırlanan onlarca kitap piyasada yerini
bulmuştur artık. Hatta bu çalışmanın ötesinde bir çalışma yaptığını düşünüp hayâl ötesi yazan bile varır.
Örneğin “Pontus Meselesi” adlı kitapta Sümerlerin, Hititlerin, Türk kökeninden
geldiği yazılmıştır.
Bu dönemde çıkanlar, “resmi tarihin” çimento taşlarını ihtiva eden
çalışmalar olacaktır.
Bu çalışmaların ortak noktası, Yakındoğu ve Anadolu’da kurulan
medeniyetlerin kökeninin Türklerden oluştuğudur.
Atatürk de tüm bu çalışmalarla aynı noktada durmaktadır; nitekim 1932’nin
2 Temmuz’unda yaptığı konuşmasında bu hem fikirliliği görmek mümkündür:
“Türk Milleti şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay
yaylasında yetiştiği için, daha başlangıçta kartalların üstün niteliklerini
kazanmıştır. Çok uzakları görür, hızlı uçuşu vardır ve bu nitelikleri kendinde barındıracak
kadar güçlü bir ruhun sahibidir.”
Ama tüm bu çalışmalarda bilinçli olarak görmezlikten gelinen bir nokta
vardır: Osmanlı Tarihi, Selçuklu tarihini bir bölümü, İslam Medeniyeti'nin tümü.
Her ne kadar bunlar göz ardı edilmiş olsa da sonuç olarak milliyetçilik
ideolojisinin en önemli ayağı “Milli Tarih” oluşumu gerçekleştirilmişti.
Milliyetçiliğin birleştirici yönüne ağırlık verilmesini Şerif Mardin
şöyle ifade ediyordu:
“Laiklik ilkesini ortaya çıkaran Kemalistler,dinin, insanları bir amaç
etrafında toplayıcı işlevini bildiklerinden İslamcılık ideolojisinin yerine bir
milliyetçilik ideolojisinin de getirilmesi gerektiğini biliyorlardı ve bu
konuda büyük çabalar sarf etmişlerdi.”
Yani Kemalistler, bağdaştırıcı olarak İslamcılığı değil, milliyetçiliği
daha uygun görmüşlerdi. Çünkü bu kadroya göre,İslam’ı gündeme getirmek, yeni
oluşturulan “laik ulus”un dinamiklerine aykırıdır.
Kısa sürede okullarda boy gösteren Orta Asya haritalarında Türklerin
yayılışı işlenmeye başlanır. Atatürk’ün de onayladığı bu girişimler
milliyetçiliği daha bir görünür kılmanın çabasıdır.
Köhlerin resmi tarih oluşumuna yönelik “ Gazi, kendi önderliği altında
Türklere yeni bir dünyayı görüş tarzı aşılamak için bir tarih kitabı yazdırdı.
Bu cihetler bir Türkomanie’ye yol açacak kadar hududu aştı. Tarihin her
hadisesi Türklerin gururunu okşayacak bir şekilde tefsir edilmeye başlandı.” Sözlerinde
açık bir şekilde yeni tarih ve yeni toplum oluşturma çabası net biçimde özetlenmişti.
Atatürk için tarih ciddi bir
iştir. Nitekim “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir” sözü tarihe
verdiği önemi apaçık açıklar.
Atatürk’ün tarih çalışmalarına,tarihçilerin iştirak etmesi gerektiğine
yönelik ısrarlı istekleri karşısında, ne hikmetse çalışmalara iştirak edenler
hep siyasetçiler olmuştu. Belki de istenen buydu! Kim bilebilir!
Çünkü birinin veya birkaç kişinin zihninden geçenleri, tarihin bir
parçası olarak ele almak, bir ilim adamının işi olamazdı;olsa olsa siyasetçinin
işi olurdu.
Kısa sürede istenen “siyasetçi tarihçiler” hızla çoğalır.
Görevlendirmeyle “zorlama tarihçiler” özel olarak görevlendirilmiş,
yetiştirilmiş ve kısa sürede piyasaya sürülmüşlerdir.
Tabi, araştırmak, doğruyu yazmak gibi misyonlara sahip ilim adamlarının arka planda kalması yahut kalmaya zorlanması bir noktaya kadar başarılı olsa da bir süre sonra “meslekten tarihçiler” olarak kendilerini göstermeye başlamış ve “zorlama tarihçiler”le yoğun tartışmalara girmişlerdir.
E galip çıkanlar tabi
ki resmi ideolojini tarihçi görünümlü siyasetçileri olmuştur.
Örneğin Zeki Velid-i Togan.
Tarih kongresinde göçlerin sebeplerini
sadece kuraklığa bağlamamak gerektiğini delillerle anlatırken ,kongrede alay
konusu olur, aşağılanır ve tehdit edilir.
Bu aşağılanma ve tehdit kongre sonrasındaki süreçte de devam eder ve
nihayet yurt dışına çıkmak zorunda kalır ve burada 8 yılını araştırmacı olarak
geçirir.
Siyasetçi tarihçileri alt edecek çok önemli bir isim saf dışı
bırakıldıktan sonra “Türk Tarihinin Ana Hatları” adında bir kitap çıkarılır ve
ilk etapta 100 adet basılır. “Kitap toplamda 600 sayfadır, ancak sadece 50
sayfası Osmanlı’dan bahsetmektedir”;bahsedilen ise Osmanlı Tarihi’nin çok
önemli birkaç hadisesidir.
“Çin tarihine bile 54 sayfa ayrılan kitapta, Hint Tarihine 33
Mezopotamya’ya 25 Mısır tarihine 32 sayfa ayrılmıştır.”
“Bu kitabı hazırlayanlardan Afet İNAN ve Yusuf Ziya Bey hariç hepsi
siyasetçidir.”
İlginç olan şudur ki: Bu tarih kitabı Mustafa Kemal Paşa tarfından hiç
beğenilmez. Nedeni hakkında net bilgi olmasa da, kitabın neredeyse tamamının
bilimsellikten uzak olmasını gösterenler vardır.
Beğenilmeyen kitaptan sonra, çalışmalar yeniden başlar ve 168 makaleden oluşan bir kitap oluşturulur ancak yine Gazi tarafından beğenilmez.
1932’de liselerde okutulmak üzere 4 cilt halinde “tarih” kitabı yazılır
ve daha sonra basitleştirilerek “Orta Mektepler İçin Tarih” adıyla basılır.
İlk çalışmada,yani “Türk Tarihinin Ana Hatları”çalışmasında Türk devletlerinin sayısı 12iken bu yeni kitapta bu sayı 20’ye çıkarılır.
Bu kitapta Türklerin kafatasının incelenmesine yer verilir ve Brakisefal
kafatası yapısı olan bu yapının Fenikelilerde de olduğu ve onların da Türk olduğu
iddiasına bile yer verilir.
Hızını alamayan kitabın yazıcıları,Çinlilere uygarlığı öğretenlerin
Türkler olduğunu da bir paragrafa ekleyiverirler.
Ama dikkat çekici bir nokta vardır bu kitapta. Türk adının (devlet
bazında) ilk kez VI.asırda kullanıldığı yazılır. Eğer böyleyse diğer
devletlerin Türk olduğu nerden belli olmuştur? Bu sorunun cevabı yoktur
kitapta.
Tabi Osmanlı için kurulan cümleler oldukça incitici olmuştur. Adeta
Türklüğün bozulmuş şekli olarak ifade edilmiştir çünkü.
-Fkd-
Yorumlar
Yorum Gönder