15 Temmuzdan Sonra Sandık ki..
15 Temmuzdan Sonra Sandık ki..
Sandık ki!15 Temmuz Darbe Girişimi bastırıldıktan sonra ABD’nin
uşakları kendi karaktersizliklerinin farkına varıp “öz eleştiri”de
bulunacaklar!
Yine sandık ki! “sığınmacılar”a bakarak vatansızlığın ne demek olduğunu
anladılar ve vatanlarına ne pahasına olursa olsun sahip çıkacaklar!
Putin'in danışmanı Alexander
Dugin, "Türkiye’de Amerikan ajanları cirit atıyor" dediğinde bu
ajanları “James Bond” gibi düşündük.
Zaman geçtikçe CIA’nın James Bond’larının değil, CIA’nın kuklalarının
cirit attığını gördük ve görüyoruz.
Sanki 15 Temmuz Darbe Girişimi anlamadığımız bir biçimde başarılı olmuştu;
hiç olmadıkları kadar cesurca, hiç olmadıkları kadar nankörce ve hiç
olmadıkları kadar karaktersizce, meydanlarda,sosyal mecrada gövde gösterileri düzenliyorlar.
Cesaret aldıkları jeopolitik gücün kendilerine ne vaat ettiğini bilemem
ama öyle görünüyor ki vaatten de öte şartlandırıldıkları bir şey var: Cumhur
Başkanı Erdoğan nefreti..
Görmeye, sesini duymaya tahammül edemedikleri Erdoğan’ın, tüm izleriyle
birlikte silinmesi onlar açısından vaat edilenlerin en büyüğü olmuş gibi.
ABD’nin, Erdoğan’a, yönetimine
ve yönettiği devlete yaptığı savaş ilanında ve açtığı savaşta başarılı
olamayışına içerlenenlerin, uşaklığını yaptıkları gücü teselli etmek istercesine,
köşelerinde, ekranlarında yapmadıkları kepazelik kalmıyor.
ABD gibi kapitalist bir devlete uşaklık yapanların birçoğunun solcu
görünümlü olması, bize ABD’nin, Amerikancı olmayanlarla da iş birliği
yapabileceğini gösterdi.
Bu cümleyi tersten de
kurabiliriz:
Geçmişlerinde sözüm ona Amerikancı olmayanların Erdoğan’ın şahsına
yönelik öfkelerinden ötürü Amerika’yla çalışabilecekleri gibi..
Yıllarca iktidar olamamış parti veya partilerin bu çalışmalarında
kendilerine yardımcı olabileceklerini düşünmüş olmalılar ki bu partilerle teşvik-i
mesaide bulanmaya başladılar. Çünkü bu partiler siyasetin gereği olarak iktidar
olmak istiyorlardı ve bunun için ne gerekirse yapmaya, söylemeye ve kamuoyunu
etkilemeye hazırdılar. Öyle de oldu.
Söylemleri o kadar keskin, iddiaları o kadar mesnetsiz oldu ki siyasi tarihimizde
görülmedik tezviratlar havada uçuşmaya başladı.
Bu tür tezviratları rahmetle andığım Adnan Menderes Dönemi’nden bu yana
hiç şahit olmamıştık.
O dönemde de sistemli bir yıpratma politikasının adım adım uygulanmaya
konduğunu görüyoruz. Günümüzde yapılmak istenenden tek farkı, o dönemin bu
dönemden 61 yıl önce olması;başka da hiçbir fark yok yıpratma stratejisi
açısından.
Örneğin, ekonominin iflas ettiği” propagandasıyla halkın karamsarlığa
yöneltilmesi o dönemden günümüze kalan mirastır;ve alıcısı oldukça çoktur.
Dönemin muhalefet liderinin konuşmasında ısrarla kullandığı birkaç basit
kelime vardı;kıtlık,yokluk,pahalılık.
Bu kavramlar o dönemde ustaca, ısrarlı bir biçimde kullanılıyordu. Öyle
ki Cebinde parası olanın dahi kendini fakir hissettiği noktaya kadar..
Strateji olduğu gibi alınıp günümüz siyasetin monte edilmiş gibi.
Tabi o dönemde bunlar yeterli gelmemişti.
Medya’yı aldıkları eğitimle
ustaca kullanmaya başladılar ve halkın, hükümete olan güvenini sarsmak için
aslı olmayan yolsuzluk haberlerini servis ettiler.
Örneğin: “Menderes’in kasası yolsuzluk evrakı ve vesikalarla dolu”,
“Polatkan’ın zimmetinde 4 milyon lira çıktı”, “Polatkan’a ait yolsuzluklar
açıklandı” manşetleri atıldı.
Daha da ileri gitmişlerdi Menderes ve parti yöneticilerinin, darbe
sonrası 12 uçak dolusu altın mücevherat ve parayla kaçmaya çalışırken
yakalandığını bile öne sürdüler.
Yazılı medyada atılan manşetler, inanılmaz boyuttaki kinlerini ve nefretlerini
gösteriyordu.
“Ardahan’ı Ruslara satmak” istemesinden, “Öğrencilerin öldürülüp
cesetlerinin yem makinalarında öğütüldüğü” yalanlarına kadar en iğrenç en aşağılık
yalanlar üretmişlerdi.
Aynı boyuttaki nefreti, bu gün de, “siyaset yapıyoruz” kılıfıyla halka sunanlar
neyi nasıl yaptıklarını çok iyi biliyorlar.
Tıpkı o dönemdekiler gibi bu dönemin nefretleri o kadar büyük ki, kendini sanatçı
konumunda gören bir aşağılığın “Tek isteğim ölebilmek için çok ama çok uzun bir
süre yalvarman" söylemi belki de nefret söylemlerinin en hafifi.
Mizantropi’yi bir hastalığa dönüştürenlerin ardı arkası kesilmiyor
tabi. “Sizi seçimle indirdikten sonra Vatana İhanetten yargılanmanız için bütün
gücümle çalışacağım.” Diyen siyasetçinin içinde bulunduğu ruh halini bir
düşünün!
Erdoğan’ın akıbetinin “Menderes'in akıbeti gibi olacağını” söyleyen
siyasetçi için ne demeli?
Ya da "Erdoğan'ın enkazını kaldıracağız" diyen..
Nefret boyutu o kadar aşıldı ki, ekmeğini yediği devleti bile gözü
görmeyen siyasetçi kılığındaki bir nankörün “Bu devlet katildir ve bu devleti
yıkmamız gerekiyor" Deme cüretini gösterdiğine herkes şahit oldu.
Siyasetçilerle kalsa yine iyi. Bazı “paşa eskileri”nin de Erdoğan’ın
sonunu birilerine benzetmeye hevesli olduklarını biliyoruz.
Tehdit dili stratejisini uzun zaman sabırla kullanıp olumlu bir geri dönüş
hayal edenler, beklentilerinin karşılanmadığını görünce “ısrarla aynı konuda yalan söyleme”
stratejisine başvurdular.
Üzüntü verici olan,“Mitoman kişiliklerin” belirtilerini gösterenler her geçen gün çoğalıyor olamsı.
Tuhaf olan ise kaynaklarının yalanlamasına rağmen, bu kişiliklerin,
yalanlarında ısrar etmesi.
Mitoman kişilik bozukluğu olanın dahi “yeter! bu kadar yalan söyleyemem
artık” diyebileceği ölçüde ki yalan söyleme ısrarı, belki takipçilerin karnını
doyurur ama tekrar acıktıklarında verebilecekleri başka bir şeyleri yoksa, onları
hüsrana uğratır.
Devir, Menderes Dönemi’ndeki gibi görsel ve işitsel medyanın çok
sınırlı olduğu devir değil ki!
Oturdukları yerde aynı anda milyonlarca kişiyle iletişim halinde
oldukları bir devirdeler ve bu devirde gerçek anlamdaki tezviratların yerini
dolduracak doğrular, bunların kalmışsa eğer, karizmalarını yerle bir ediyor;ama
farkında değiller.
Çünkü twitter gibi bir mecrada kendilerini alkışlayanların sayısının
fazlalığı onları bu farkındalıktan uzaklaştırıyor.
Oysa kaba bir hesapla, 11 milyon twitter kullanıcısının yüzde 80’nin aktif
olduğunu düşünürsek, yaklaşık 8 milyon, bunların da yüzde 60’nın siyasetle ilgilenmediğini
düşünürsek, ki veriler onu gösteriyor, bu da siyasetle ilgilenenlerin yaklaşık 5 milyon kişi olduğunu gösterir.
5 milyon siyasetle ilgilenen twitter kullanıcısının en az yarısının iktidar
yanlısı olduğunu düşünelim, kalan 2.5 milyon. Bu 2.5 milyon kişinin tamamının
koyu bir muhalif olduğunu varsayamayacağımıza göre, yaklaşık 1.5 milyon
muhalif.
Tabi Ana Muhalefet liderinin takipçi sayısının 7 milyon olduğunu öne sürebilirsiniz.
Ancak paylaşımlarının altındaki yorumlarda kendisine destek veren yorumların,
destek vermeyen yorumlar arasında kaybolduğunu göreceksiniz.
Özetle söylemek istediğim şu: Sosyal medya ile vakit geçirmeyen 73
milyon (84-11) kişiye ulaşmayan
tezviratları ısrarla sürdürmenin bir anlamı var mı? Bence yok..
Son olarak:
Siyaset stratejiniz o dalga geçtiğiniz “millilik” temelinde kalmadığı
sürece , içinize sızan emperyalist uşaklarının yönlendirmesine açık olduğunuz sürece, en
hafif deyimle mahcup olmaya mahkûmsunuz! Vesselam.
Yorumlar
Yorum Gönder