Bağımlılıktan Bağımsızlığa..

 

Bağımlılıktan Bağımsızlığa..

Emperyalizmi genelde “yayılmacılık”la sınırlı tutarız. Doğrudur da. Ancak 21.yüzyıl emperyalizmi daha farklı bir karakter çizmiştir. Sömürü amaçlı yayılmacılığın yanında kendinden güçsüz devletleri, yöneticileri aracılığıyla yönetmek, bir nevi “mandater” sistemle, yayılmacılığı birleştirmek bu yüzyılın emperyalist karakteridir.

Bunu en iyi uygulayan soğuk savaş döneminden itibaren ABD olmuştur. Bu nedenle emperyalist devlet dendiğinde aklımıza ilk gelen Amerikan emperyalizmi olur.

Soğuk Savaş Dönemi’nde Sovyetlerin, ABD emperyalizminin başlangıcı olarak Marshall Planı’nı göstermesi oldukça yerinde bir tespitti. Tabi benzer bir amacı güden oluşumu da kendisi vakit kaybetmeden oluşturmuştur;Komünform’u.

Marshall Planı’ının ülkelere girmesinden bu yana Türkiye de dahil bir çok gelişmekte olan ülke ABD’nin yayılmacılığından nasibini aldı.

Ülkemizde de kimi iktidarlar bu yayılmacılığın karşısında direnç gösterse de rahatlıkla bertaraf edilirken kimi iktidarlar Amerikasız bir Türkiye’yi hayal bile edemediler.

Elbette kadim dünya siyasi  tarihinde , özellikle yeni kurulan devletler, büyük ve güçlü devletleri dikkate almak zorunda kalmışlardır. Bazıları “köprüyü geçene kadar ”birlikteliğini sürdürmüşler, bazılar da “köprüde de ırmakta da beraber olmayı yeğlemişlerdir.

Dünyanın en güçlü devletleri veya iktidarları dahi kuruluş aşamasında “süper güçlerin” desteğini almak için başlangıçta iyi ilişkiler kurmuşlardır.

Mesela Osmanlı Devleti kuruluş aşamasında bir süre Moğollarla iyi geçinme yolunu seçmiş, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve sonrasında Amerikan kolonileri, Fransa ile iyi geçinmenin önemini akıllarından çıkarmamış, hatta Rusya dahi bir süre Osmanlı yönetimiyle iyi ilişkiler kurma gibi bir politika izlemişlerdir.

Mesele iyi ilişkiler kurduğunuz ülkelerin ilelebet hegemonyasında kalıp kalmamaya karar vermektir. Nitekim saydığım devletlerin yöneticilerinin hiç biri ilelebet bir başka devletin hegemonyasına girmemiş, başka devletlerin kendilerine rota belirlemesine izin vermemişlerdir.

Yani köprüyü geçene kadar ayıya dayı demesini bilmişlerdir ve sabırla o köprüyü geçmişlerdir.

Şimdi bizdekiler, C.Başkanı Erdoğan’ın Amerikan’ın “modern emperyalizmiyle” mücadele ettiğini söylediğimizde, önümüze geçmişin Erdoğan ile Amerikan Başkanlarının “sempatik fotoğraflarını”  ya da “ bak o zaman böyle demiş” “bak o dönem şu ödülü almış” şeklinde güya kendilerini haklı çıkaracak dönemin manşetlerini çıkarıyorlar; kendilerince haklı(!) bir sorgulamaya yöneliyorlar.

Sanıyorlar ki C.Başkanı, Fatih Sultan Mehmet’in mirasını alan Yavuz, ya da Yavuz’un mirasını alan Kanuni Sultan Süleyman gibi parlak bir süper güç  devraldı da iktidara gelir gelmez astığım astık kestiğim kestik olacak.. Ama öyle bir ülke mirası devralmadı ki..Uzun uzun nasıl bir miras devraldığını anlatmaya gerek yok. Az çok okuma yazma bilen biri pekâlâ bunu araştırabilir..

Sayın Erdoğan’ın “diklenmeyeceğiz ama dik duracağız” cümlesinin altında yatan tam da budur. Önceliğin, diklenmek değil diklenme arifesinde gelebilecek tüm saldırılara karşı dik durup ayakta kalabilmek olduğunu gayet iyi bilen Erdoğan iktidarı, 20 yıllık iktidar döneminde son 16 yılın saldırılarına karşı mücadele eden ve bu mücadelede ayakta kalmayı başaran, dik duran bir görüntü çizdi.

Erdoğan iktidarı’nın dış politikasında yaşanan -bazılarımıza göre- gelgitler, konjonktürel ittifaklığa verdiği önemi göstermektedir esasında. Tüm gel-gitler, manevralar, menfaat temelli ilişkiler sonunda geldiğimiz nokta:

Erdoğan’ın, emperyalistlerin, bölgemizde ülkemiz aleyhine  olabilecek girişimlerine meydan vermeyecek politikalar geliştirmiş olduğunu, dış müdahalelere karşı gerek  bölgesel gerekse global ittifaklar geliştirdiğini bize hissettiriyor.

Örneğin

Aralık 2007’de, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından Paris'in göbeğinde kırmızı halılar ve bedevi çadırlarıyla ağırlanan Kaddafi’nin, yine aynı ülke tarafından devrilmesine destek çıkılması ve sonrasında bu ülkenin(Fransa) Libya’nın petrol ve doğal gazı için müşteri aramaya yönelmesi ve Hafter’i desteklemesi Türkiye’nin engeline takıldı. Aynı şekilde Suriye’de bu engel Fransızlara kabusu yaşattı.

Türkiye’nin Libya’ya kalıcı ayak basması, hatta bu ülkede askeri üslere sahip olacak olması Fransa açısından askeri, diplomatik, ticari ve stratejik bir hezimet olarak tarihe geçti.

Yine Fransa’nın, bu hezimeti telafi etmek için Almanya ile ilişkilerini sıklaştırmak istemesi göç ve başka sebeplerden ötürü Türkiye’nin ağırlığı ve önemi nedeniyle sonuçsuz kaldı.

Velhasıl Fransa istediği desteği Almanya ve diğer AB ülkelerinde bulamadı. Her geçen gün hezimetin ağırlığını hisseden Fransa C. Başkanı Macron ise rakibi Erdoğan için ergen tavırlı sözler sarf etmekten geri durmamaya başladı. Bir defasında “sorunumuz Türk Halkıyla değil Erdoğan’la” diyerek yönettiği ülkesini “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak görmesi, bu ergen siyasetinden  sadece biriydi.  Ergen siyasetini örneklendiren başka bir örnek  ise Fransız Büyükelçiler toplantısında Erdoğan’ın yürüttüğü politikayı “pan-islamik” ve “Avrupa karşıtı” olarak tanımlamasıydı.

Sayın Erdoğan’ın konjonktürel ittifaklık siyasetinde, Nato’nun Türkiye’ye herhangi bir uyarıda bile bulunamaması nedeniyle Fransa’nın geldiği son nokta Macron’un “Nato’nun beyin ölümünü gerçekleştirdiği”ni söylemesi oldu.

ABD ‘nin ise halen Türkiye’yi uzaktan yönetebileceğini sanısının sona erip büyük bir şok yaşaması başarısız 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu. Darbenin içreğine ve verilen kahramanca mücadelelere değinmeyeceğim. Ancak on yıllarca ABD gibi emperyalist devletlerin Türkiye’de koşturdukları atların ağızlarına gem vurulması bile bu mücadelenin ne denli önemli olduğunu anlamaya yeterlidir.

Ayrıca 15 Temmuz’un hemen sonrasında Türkiye’nin Suriye topraklarında yaptığı olağanüstü harekâtlar, aslında bu ve diğer emperyalist devletlere silah gücü ile yapılmış bir meydan okumaydı.

Sayın Erdoğan bu günleri -emperyalizme meydan okumak için-  ta iç dengeleri sağlamlaştırana kadar sabırla 14 yıl bekledi. Son darbesini vurmak istediklerinde emperyal güçler FETÖ piyonarıyla beklediği gün geldi çattı.

Tarihler 24 Ağostos’u gösterdiğinde tıpkı aynı tarihte Yavuz’un Mercidabık Savaşı’nı yaptığı gün, tıpkı  Büyük Taarruz’un başladığı ay Frat Kalkanı Harekatını başlattı. Bu harekatla ABD pionu YPG’nin Afrin ve Membiç Kontlarını birleştirmesini engellemiş oldu.

15 Temmuz darbesiyle şerefli Türk ordusu içindeki “şerefsizlerin” temizlenmesi nedeniyle böyle bir harekât beklemeyen ABD, vaktiyle başına çuval geçirdiği askerimizin balyozunu ensesinde hissederek şok yaşadı.

Tarihler Ekim ayının sekisini gösterdiğinde Bahar Kalkanı Harekatıyela da genişlettiği operasyonla  bölgede yalancı baharı yaşayan terör örgütü ve efendisine kışı yaşattı.

Harekatların ardı arkası kesilmedi; 20 Ocak 2018’de Zeytindalı, 9 Ekim 2019’da Barış Pınarı Harekâtı, ve 27 Şubat 2020’de Bahar Kalkanı harekatı..

Tüm bunlar, 15 Temmuz 2016 gecesi “yok oldular, bittiler” dedikleri Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin kabus olup uykularını kaçırmaya yetti.

ABD ve yanında tasmasını tuttuğu piyonları artık her oyunlarını açıktan oynamaktan başka çare bulamadılar. Bu şekilde psikolojik harekatta başarılı olacaklarını düşündüler. Önce finansal terörü estirdiler. Bankacılık sistemini hedef alan bu terör girişimi sağlam bankacılık sistemi nedeniyle bertaraf edildi.

Halk olarak elbette bedel ödedik ve ödüyoruz bu finansal terör saldırısında. Trump’ın, Türk parasını açıkça hedef alan açıklaması ve sonrasında bir günde her kalemdeki fiyatların fırsatçıların da desteğiyle aşırı artması ödediğimiz ve ödemekte olduğumuz bedelin açık göstergesidir.

Ama Türkiye eskiden olduğu gibi bir C. Başkan’ın Başbakan’a bir kitap fırlatmasıyla piyasası krize dönüşecek kadar zayıf bir ülke değildi artık.

Türkiye karada “ben de varım”, hatta “ben varım!” dedikten sonra denizlerinde de  kendini göstermeye başladı. “Mavi Vatan” sloganı kısa sürede Türk Milleti’inin gönlüne kazındı. Herr ne kadar bu millete yabancı olan ama yine de  kendini bu milletten sayanların gönlü bunu kabul  etmese de..

Türkiye, yıllar yılı emperyallerin istedikleri gemilerle, istedikleri personelle, istedikleri yerlerde, sonuç alınamayan ancak her defasında pahalıya mal olan doğalgaz ve petrol arama girişimleri terkedildi ve artık kendi gemi ve personeliyle kısa sürede olumlu geri dönüşümler almayı başardı.

Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin gerek sahada gerekse masada  elini güçlendiren gelişme aslında silah teknolojisinde, sanayisinde kendine olan özgüveniydi. Dünya devletlerinin, adeta “nerden çıktı bunlar” der gibi Türk SİHA VE TİHA’larıyla tanışması ve onları şoka uğratması bu özgüvenin getiriği bir sonuçtu.

Dışa bağımlılığı azaltan Türkiye’yi, kendi silah pazarlarında görmemeye başlayan ülkelerin bu duruma içerlenmesi ama Erdoğan’ın siyasi hamleleri karşısında ellerinin kollarının bağlanması nedeniyle bir şey yapamamaları, onları bir sırtlanın saldırganlığına itti.

Başta ABD olmak üzere tüm emperyal güçlerin Erdoğan siyaseti karşısında çaresiz kalmalarının elbette ki Türk halkına hayat pahalılığı gibi bedellerle yansımaktadır. Ancak umudumuz o ki, bu bedele rağmen Türk halkı, ülkelerini siyasi, ekonomik, taarruz ve savunma alanlarında bağımsızlıktan kurtaran liderlerine sahip çıkacaktır.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..