Kim demiş bir gecede karar verilip ilan edildi diye..
“Reis-i Cumhur olduktan sonra gene Halk Fırkasının reisi kalacak
mısınız?
Gazi gülümseyerek “Aramızda, öyle…” dedi.(Falih R. ÇANKAYA)”
Kim demiş bir gecede karar verilip ilan edildi diye..
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın gençlik yıllarından beri kafasında tasavvur ettiği yönetim şeklinin şeklinin Cumhuriyet yönetimi olduğunu hepimiz biliriz.
Ancak Atatürk, bu yönetim arzuladığı bu yönetim
şeklini, Milli Mücadele’nin silahlı safhasından zaferle ayrılmasına rağmen uzun
süre gizli tutmuştu. Hatta yeri yer
Cumhuriyete karşı olduğunu ifade eden cümleler bile kurmuştu.
Tabi M. Müfit Kansu’ya göre de bu arzusunu gizli tutmamış
aksine Kansu’nun aktardığına göre Atatürk’ün kendisine “Zaferden sonra hükümet
şekli Cumhuriyet olacaktır” diye bir not yazdırmıştır.
( M. Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le
Beraber)..
Her ne kadar Kansu bunu söylese de Atatürk’ün Ekim 1923’e kadar bunu “milli bir sır” olarak sakladığı tarihçiler arasında genel kabul gören bir tespit. Ama
gerek Erzurum ve gerekse Sivas Kongrelerinde Cumhuriyet’e atıf yapan
konuşmaları ve alınan kararlardaki “seçim” imaları bu sırrın başkaları
tarafından sezildiği aşikar.
Atatürk’ün adeta “milli bir sır” olarak sakladığı Cumhuriyet fikrinin ilk izlenimini edinen kişi Ahmet İzzet Paşa olmuştu. TBMM açıldığında ise yapılan konuşmalardan hareketle bu fikri Atatürk’ün içinden geçirdiğini hisseden ancak bu hissi edinir edinmez ilk karşı çıkan da Hoca Raif Efendi olmuştu.
Hoca
Raif, Erzurum Mudafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı'dır. Atatürk’ün bu niyetini
sezdiği andan itibaren yeni bir cemiyet kurma yoluna gitmiş ve nihayetinde
Muhafaza-i Mukaddesat adında yeni bir cemiyet kurmuştur.
Mustafa Kemal Paşa Hoca Raif Efendi’nin tedirginliğini öğrendikten sonra Kazım Karabekir’e bir telgraf çekmiş ve Hoca Raif’in endişenin yersiz olduğunu kendisine söylemesini Karabekir Paşa’dan rica etmiştir. Telgrafta aynen şu cümlelerden biri yer almaktaydı: "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda Cumhuriyet manasına gelen hiçbir şey mevcut olmadığı gibi Mudafa-iHukuk Gurubu’nun esas maksatlarında katiyyen böyle bir netice mevcut değildir.”
Bir başka cümlesinde ise Hoca’da uyanan bu hissin “mutlak
bir vehim” olduğunu ve “Hoca’nın rahat olması gerektiği”ni dile getirmişti.
Anlaşılan Mustafa Kemal Paşa kafasında şekillenen yönetim
biçimini uygulamada ve ilan etmede hiç te acele etmemişti. Ortalığın yavaş yavaş
sakinleşmesi, muhaliflerin belli bir kıvama gelmesi onun için önemliydi. Vaktinden
evvel atacağı adım kendinin en hafifiyle tökezlenmesi anlamına gelecekti. Ve
Atatürk büyük ihtimalle bunun farkındaydı.
Vakti ve zamanı gelene kadar halifeye yönelik iltifatların haddi hesabı da yoktu tabi. Örneğin Karabekir Paşa’ya çektiği bir telgrafta da halife için şöyle demişti:” Türkiye’nin başında bir halife-i İslam olacak ve bir hükümdar sultan bulunacaktır.” (Eser:K. KARABEKİR,İstiklal Harbimiz)
Hamuru Cumhuriyet’le yoğrulmuş birinin vakti zamanı gelemdi bırakın
bundan bahsetmemeyi, aksi söylemlerde bulunması oldukça şaşılacak bir durum;
ayrıca beceri, kabiliyet veya ince siyaset isteyen bir durum.
Atatürk’ün taktiği Sivas Kongresi tutanaklarında da yer alan
“Kuvvetli olduğumuz zaman ve yapabileceğimize kanaat getirdiğimiz zaman” cümlesine
dayandığı muhakkak.
Kuvvetli olunana ve zamanı gelene kadar en çok arzuladığı
sistemi eleştirdiğini söylemiştim. Onu es
geçmeyelim ve bir kaç örnek verelim.
Atatürk Kilikya Bölgesi’ne bir gezi düzenlemişti. Burada
kendisini karşılayan kalabalığı uzun uzun süzdükten sonra bir konuşma yapmış ve
konuşmasında “Cumhuriyet rejiminin modası geçmiş bir rejim olduğunu üstüne basa
basa söylemişti. (Halide Edip, Turkey Faces West)
Daha da ilginç olan bir örnek; ki bunu ilginç kılan ise saltanatın
kaldırılmış olmasından sonra yapılan bir konuşma olmasıdır; Eskişehir gezisinde
yapmıştır konuşmayı. Şöyle diyordu konuşmasında:
“Bildiğimiz Meşruti ve Cumhuri yönetim şekilleri kuvvetler ayrılığını esas alır. Oysa biz kuvvetler birliğine dayalı bir yönetim tesis ettik.
Bence hakikatte
kuvvetler ayrılığı yoktur, kuvvetler birliği vardır. Şer-i hükümlerimizde de bir
hükümet şekli belirtilmemiştir. Ne Cumhuriyet ne de mutlakıyet…” (Arı İnan,Atatürk’ün
Eskişehir ve İzmit Konuşmaları)
Peki Atatürk hangi sistemikendisi için uygun bulmuştu? Tabi
ki Meclis Hükümeti Sistemi’ni. Meclise o kadar değer vermiştir ki yeri geldiğinde
meclis istibdadının olabileceğini bile söylemişti. Ayrıca böyle bir sistemin şeriatın
tarif ettiği sistem olduğunu da vurgulamaktan geri durmamıştı.(Arı İnan, Atatürk’ün
Eskişehir ve İzmit Konuşmaları)
Ülkedeki her gencin, her talebenin, her ihtiyarın, her
askerin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu Kur’an ayetlerini ezberler gibi
ezberlemesi gerektiğini dile getiren Atatürk Cumhuriyet, Mutlakiyet, Monarşi
gibi sistemlerin geride kalan sistemler olduğunu tekrar tekrar vurgulamıştı.
Zaman geçtikte Atatürk’ün yavaş yavaş Cumhuriyet için yeşil
ışık yakması tamamen konjonktürel bir bakış açısının yansımasıdır. Kurtuluş
savaşının sıcak çatışma dönemi biteli birkaç yıl olmuştu ve Atatürk bu zaman
zarfında hem dünyadaki gelişmeleri, devletlerin yöneldiği rejimleri dikkatle
takip etmiş hem de iç siyasetteki ağırlığına
halel getirecek bir gücün kalmadığını görmüş ve ardından da Cumhuriyet
kelimesini yavaş yavaş telaffuz etmiştir.
Tabi dillendirdiği cumhuriyet rejimi Batı’dakinden biraz
farklı olacaktır; kuvvetler birliğini benimsemesi gibi.
Anlaşılan Atatürk, bir yandan Batılı devletlerle ilişki
kurmak isterken diğer yandan da yasama, yürütme ve yargıyı kendi bünyesinde
toplamayı amaçlamıştı. Nitekim bu arzusunu da yerine getirecekti kısa süre
sonra.
Buraya kadar ve bundan sonraki yazdıkları aynı zamanda “Cumhuriyet’in ilan edilmesine
bir gecede karar verildi” yanılgısına düşenlere hediyem olsun..
Atatürk’ün ilk kez Cumhuriyet rejimini işaret ettiği
mülakatı 22 Eylül’de bir Avusturya gazetesi olan Neve freie Presse adındaki
gazeteye veriyor.
Zamanla Atatürk’ün dünyadaki gelişmelere bakarak, kuvvetler
birliği prensibinde yumuşadığını görüyoruz. Anlaşılan Batılı Devletlerin Türkiye
algısı çok da iyi bir algı değilmiş ki Atatürk Türkiye’de inşa edilecek
Cumhuriyet rejiminin Batı’dan farklı olmadığını söyleme gereği duyacaktır.
5 Ekim’de Yunus Nadi, Yenigün Gazetesi’nde Atatürk’ün,
devletin ismini Türkiye Cumhuriyeti koyduğu haberini yayınlıyor. Bunun yanında
Tevhid-i Efkâr Gazetesi de manşetten bu haberi veriyor.
Peki sonra ne oluyor?
Meclis’te her kesimce çok sevilen Ali Fuat Paşa askerlik
görevine döneceğini belirterek istifa ediyor. Anlaşılan kendisine daha önce
istifa etmesi konusunda bir telkinde bulunulmuş. Ali Fuat Paşa Meclis ikinci
başkanıdır.
Yerine ilginçtir, Meclis, Muhalif Rauf Orbay’ı seçiyor.
İşte ne olduysa bundan sonra oluyor ve büyük bir kriz oluşuyor. Bu kriz Cumhuriyetin
ilanıyla sonuçlanacak olan krizdir.
Bu sırada Rauf Orbay Mecli’te her kesin kabul edebileceği
bir teklifi oylamaya sunuyor. Teklif Hz. Peygamber’şn doğum gübü ile Saltanatın
kaldırılmasının aynı günü olan Rebiülevvel ayının milli bayram olması
teklifidir.
Bu arada kabinede ve askeriyede ilginç şeyler oluyor.
Başbakanlık ve Dahiliye Bakanlığı
görevini yürüten Fethi bey, Dahiliye
görevinden istifa etmiş kendini Başbakanlık görevine adıyor. Diğer yandan başta Kazım Karabekir olmak üzere
bir kısım askerler de kendi istekleriyle ordu müfettişliklerine kendilerini
atıyorlar.
Tabi bu hareketlilik Mustafa Kemal Paşa’yı kendisine komplo kuruluyor düşüncesine sevk ediyor. Ayrıca Meclis’te muhalefetin güçlenmesi Atatürk’ü hepten tedirgin eden bir gelişmedir.
Nutuk’da bunları
“bir kısım hizip” diye eleştiren Atatürk “Bu hizip saf ve suret-i haktan görünerek bütün fırka
mensuplarını kendi görüşleri lehine çekmeye muvaffak olmaya başlamıştı”.
Diye serzenişte de bulunmuştu.
26 Ekim günü Atatürk Fethi Bey başkanlığındaki vekiller Heyeti’ni topluyor. Bu heyete en istikrarlı yönetim sisteminin Kabine Sistemi olduğunu anlatıyor ve aynı gün Başvekil de dahil tüm Hayet’in istifa etmesini istiyor.
Aslında Atatürk, Cumhuriyet’in
ilanı için bir kriz peşindedir. Nihayetinde
de bu krizi çıkartmayı başarıyor. Çünkü Atatürk’ün istemediği hiçbir
hükkümet önerisi onaylanmayacaktır. Bunu çok iyi bilen Atatürk kendi fırkasından gelen listeyi de onaylamıyor ve
böylece kastın sadece muhalif kanada olmadığı mesajını da vermiş oluyor.
Atatürk Nutuk’da 28 Ekim günü akşamı 7 kişiyi yemeğe davet
ettiğini ve toplantı yaptığını anlatır. Bunlara “yarın Cumhuriyet’i ilan
edeceğiz” der ve mecliste kimin nasıl konuşacağını tek tek kendilerine anlatır.
29 Ekim günü ise İsmet Paşa’ya tasarısını yazdıran Atatürk
Teşkilat-ı Esasiye’de bir takım değişiklikler yapıyor.
Sabah Meclis açıldığında Halk Fırkası dahil kimse Cumhuriyet’in
ilanından haberdar değildir. Onlar, hükümet krizinin nasıl çözüleceğini
konuşmak üzere toplanmışlardır. Nihayetinde bir şekilde Cumhuriyet ilan
edileceği vekillere anlatılıyor.
Aynı gün Cumhuriyet tasarısını Yunus Nadi’nin başkanlığında
bir heyet görüşmeye başlıyor. Tasarı üzerinde görüşmeler tamamlandıktan sonra
akşam vakti saat 20.30’da tasarı kabul ediliyor ve 20.45’de ise Atatürk Reis-i
Cumhur seçiliyor.
Hayırlı olsun..
Yorumlar
Yorum Gönder