“Çok Serbest Piyasa” Garabeti..
“Çok Serbest Piyasa” Garabeti..
Son bir yıldır piyasa fazlasıyla serbest. Hatta o kadar serbest ki gece hesap defterlerini karıştıran satıcılar elde ettiği kârı yeterli bulmayınca sabah ilk iş olarak etiketleri değiştirmek için harekete geçiyorlar.
Bizim kültürümüzde satıcılar “bismallah”la güne başlıyordu eskiden;şimdi bir çoğu zamla güne başlamayı dua kabul ediyorlar.
Gelişmekte olan ülkelerde “serbest piyasa” gereğinden fazla
serbest olduğunda tüketicilerin nefes
tüketmekten başka tüketecekleri bir şey kalmaz; kalmıyor zaten.
Serbest piyasanın temel hareket noktası “laissez-faire” felsefesi işte tam da bu noktada hükümetlerin elini ayağını bağlıyor.
Bu felsefe esasında ilk kez mülkiyet haklarını koruma amaçlı ortaya atılmış, sonraları tüm ekonomik yaşamı kapsamış.
Felsefenin temelde ana fikri, “özel
taraflar arasındaki alım satım işlemlerinin müdahaleci hükûmet kısıtlamaları,
tarifeler ve sübvansiyonlardan arındırılması”dır.
Bu felsefeyle hareket eden serbest piyasacı hükümetler ekonomik alandaki sahtekârlıklara bile müdahalede zorlanırlar.
Tam da gelişmekte
olan ülkelere “beter olun!” diyen bir felsefe. Hükümetlerin bu felsefeye uymama
gibi bir lüksü yoktur;tabi dünya ekonomik sistemleriyle entegre ise.
Hal böyle olunca liberal ekonominin “isteyen istediği şeyi
istediği fiyatta satar” düsturu, bu serbest piyasada “isteyen istediği sahtekârlığı
istediği oranda yapar”a dönüşür ve bunun önünü almak için iktidar istediği
serbest piyasa kozlarını oynasın sonuç vermez.
İşin daha vahim yanı, sahtekârlıklarına “serbest piyasa” kılıfı uyduranlar bu sahtekârlıkları zaman içinde meşrulaştırıp doğal bir ahlak yapısına dönüştürmesi..
Sonrası kuşaklarda da bu meşruluğun devam etmesi
halinde nasıl bir yozlaşmayla karşılaşacağımızı az çok tahmin ediyorum.
“Bırakınız yapsınlar!” anlamına gelen “laissez faire”’ın, kendilerine ekonomik bir yön bulmaya çalışan ülkelere, sömürgeci ülkelerin dayattığı bir felsefe gibi görünüyor.
Gelişmiş ülkeler için, kendilerinin ürettiği bu felsefe
akım çok bir anlam taşımıyor. Onların ekonomik anlamda kaybedecekleri çok fazla
bir şey yok çünkü.
Yatırımcı, “Avrupa” standartları dendiğinde kendiliğinde süt dökmüş kediye dönüyorlar zaten.
Üstelik
dünyanın herhangi bir yerinde var olan sömürgelerden elde ettikleri vergi
gelirleri gelişmiş ülkelerin milli gelirlerinden ya fazla ya da eşdeğer oranda.
Böyle bir durumda “laissez faire felsefesi” onlar açısından çok anlam taşımaz.
Bizim gibi gelişmekte olan ve e ekonomisine her türlü etki ve denetimden uzak bir yol çizmeye çalışan ülkelerin şuan içinde bulunduğu durum, bu felsefenin getirdiği garabetten başka bir şey değil.
Üstelik belli ahlaki
noktalarda kriter sahibi olan bir toplumuz; bu toplumda sömürgeci felsefe
meyvelerini veriyorsa başka toplumların içinde bulunduğu keşmekeşliği siz
düşünün.
Bu arada tümüyle serbest piyasa karşıtlığı yaptığım zannedilmesin.
Müdahale anlamında ben. ne komün bir ekonomik modelden yanayım ne de
kapitalistlerin ceplerini doldurmak için “barkınız yapsınlar "dan yanayım. Bunun
dengeli biçimde götürülmesi en büyük temennim.
Başka bir anlatımla 24 Ocak kararlarından bu yana ihracatı
arttırmaya yönelik izlenen serbest piyasa ekonomisine karşı olmak başka, “çok
ama çok serbest ekonomiye” karşı olmak bambaşka.
Sanayiciye ülke insanının temel ihtiyaçlarını gözeterek maksimum
düzeyde kâr etme fırsatı sunmak başka, ürettiği malın alım gücünü çok ama çok aşan bir satım yapmasına göz yummak
başka..
Kimse bana serbest piyasanın arz talep dengesi gözettiğini
söylemsin. Artarda yapılan zamlar ya da benim açımdan sahtekârlıklar, ne
talebin yüksekliğinden ne de talebin azlığından kaynaklanıyor; tamamen daha
fazla paraya olan talebin ahlaki sınırları aşmasından..
İktidar “laissez faire felsefesi”nin kendilerine sunduğu kadarıyla müdahale etme hakkını kullansa da oldukça yetersiz kaması bir yana, bu müdahale sonralında kesilen cezaların kat ve kat fazlasını bu marketlerin halkın sırtından çıkarması ayrı bir yana..
Ne yana bakarsak bakalım tamamen ”bir kısım
“sahtakarların” insafına kalmış gibiyiz.
1900’lerde İngiliz ekonomisinin Alman ekonomisi karşısında
biraz geri kaldığını düşünen bazı İngilizler, Alman ekonomik modelini (ki serbest
ekonomik modeli) ülkelerinde uygulamayı savunduklarında bir çok İngiliz bu
fikre karşı çıkmış ancak İngiliz hükümeti bir ekonomik sistemler karışımı
yaparak halkını da ezdirmeden hızla
Alman ekonomisinin seviyesine yaklaşmayı başarmıştı.
Bunu yaparken halkını açgözlü kapitalist canavarların önüne atmamaya özen göstermişti. Ben buna sosyal devletin sosyal ekonomik modeli olarak bakıyorum.
Fakat bu süreçte İngiliz halkının özellikle Büyük Buhran’ın etkisiyle uzun süre açlık ve sefaletle burun buruna geldiğini bilmekte fayda var.
Çok şükür ki devletimiz çizmeye çalıştığı kendimize has ekonomik modelinin
getirdiği girdaplardan, halkını hiç olmazsa açlık yahut fakirlik sınırlarına yaklaştırmadan
korumaya çalışıyor. Bu koruma çabasında ne ölçüde başarılı olduğu kişinin,
bireyin ihtiyacına göre değişir.
Ama genel olarak baktığımızda mücadelesinde halk yararına aldığı
olumlu sonuç, yaptığı fedakarlıkların yanında çok az..Bu da bir takım sanayicinin
aç gözlülüğüne yönelik önlemin yetersizliğiyle alakalı bir durum.
İktidar hedeflediği, her türlü etki ve denetimden uzak bir
ekonomik modelin meyvelerini, halk nezdinde, seçimden 6 ay öncesinde almaya
başlamazsa bu, iktidarın yeniden seçilmesini zorlaştırır; aksi bir durumda ise iktidar,
bir önceki genel seçimde aldığı oyun çok daha fazlasını alır..
Her ne olacaksa halkın yararına olması dileğiyle..
Yorumlar
Yorum Gönder