Hülagü Han..
Bağdat’taki
insan ev kültür katliamından sonra İslam dünyası bir daha kendine gelemdi.
İçine kapanık bir hayat sürmeye başladı.
Tabi Türklerin İslam’ın liderliğini ele geçirmesine kadar..
Hülagü Han..
Kendisi “taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmayan” bir
hükümdar olarak nam salmıştı.
Yaptığı katliamın boyutunun verdiği tahribat maneviyata
verdiği tahribatın yanında sönük kalmıştı.
Bağdat’ta yaptığı katliamda “70 bin kelleden kule yapması”
dilden dile dolaşmıştır.
Tarihin en acımasız hükümdarlarından birinden
bahsediyorum..Hülagu Han’dan.
Hülagü Han Moğol Hanlığı’nın en önemli askeri dehalarından
biri ve ayrıca Cengiz’in en küçük oğlu olan Toluy Han’ın oğluydu. Babası
tarafından özel olarak asker ve liderlik
alanında yetiştirilen Hülagü Han 1256’da tahta oturana kadar ismi gerek Büyük
Kurultay’da gerekse önemli devlet işlerinin görüşüldüğü küçük kurultaylarda
geçmedi.
İlk avını yakaladığı andan itibaren kendi çevresinde ismi
anılmaya başlayan Hülagü Çingiz Han’dan da gerekli iltifatları görünce artık
itibar basamaklarının ilkine çıkmış oldu. İç Asya step kültüründe av, bir çocuk
için “erkek olmanın” ilk aşaması sayılırdı. Bu da çocuğa bazı hakların
tanınması anlamına gelirdi.
Örneğin ilk avını
başarıyla yakalayan ve eğitimi tamamlayan söz konusu çocuk, bir kişinin canını
alma, isim elde etme ve bir kadınla evlenebilme haklarını elde etmiş oluyordu.
Bozkır kültüründe erkek çocuklar ergenliğe on-on bir
yaşlarında girseler bile ilk avları ve av sonrası töreni yapılmadan bu çocuk
evlenemiyor, isim alamıyor ve savaşlara iştirak edemiyordu.
Hülagü ve ağabeyi Kubilay, ilk kez geyik avına çıkmışlar,
sonrasında ise avları ile seferden dönen dedeleri Cengiz Han’ı İmil Nehri
kenarında avları ile karşılamışlardır. Hülagü İmil Nehri kenarında karşıladığı
dedesi Çingiz Hân’a ilk avı olan bir yaban keçisini sunmuştur. Cengiz Han kendisini onurlandırdıktan sonra geleneklere göre orta parmağından
kan alarak yemeklere karıştırmıştır.
"Yağlamışı" olarak da bilinen ve bir-üç gün arası şölen
şeklinde yapılan bu tören ile artık Hülegü, isim alma, bir kadınla evlenme ve
savaşlara katılabilme haklarını elde etmiştir.
Hülagü’nün ismi hakkında çeşitli rivayetler olsa da bütük
oranda hemfikir olunan;Cengiz Han’ın bu ismi koyduğudur. Ancak ismin Moğol dilindeki
aslı “İlegy”dir; çok fazla, aşırı, gereğinden fazla anlamlarına gelir.
Eşlerinin kendinden önce eölmeleri nedeniyle bir çok eş
edindiğini biliyoruz. Ama en önemli ve son
eşi Dokuz Hatun olmuştur.
Hülagü tıpkı babası gibi kavgacı ve sinirli bir mizaca
sahipti. Hatta babasının korkulan bakışlarından çok daha korkulanına sahipti. Kendini
ıspatlama yahut birilerinin gönlünü hoş tutma gibi bir derdi, bir düşüncesi
yoktu. O nedenle Hanlıkta nispeten gösterişsiz, sıradan bir hayat sürüyordu. Ancak kaderi onu, istemesede, ismini dünyanın
her köşesinde duyuracaktı.
1253 tarihi Hülagü Han için bir dönüm noktası oldu.
Tahtta büyük kardeşi Mömgke, bilinen adıyla Mengü oturyordu.Kurultayda Hülagu’ya bir görev
verilmişti. Hülâgû’ye verilen görev; İsmaililerinortadan kaldırılması, Abbâsî
halifeliğinin itaatinin sağlanması ile Mısır ve Suriye’nin ele geçirilmesiydi. Büyük
Kağan Möngke, diğer kardeşi Kubilay’ı da aynı amaçla Çin’e göndermişti.
Möngke. Hülagü’ye fazla yüz vermezdi. Ancak tüm hanlıkta
onun gibi liderliğe yakışacak birinin olduğuna da inanmazdı. Bu sezgisi ve
inanışı nedeniyle, şımartmadan ve fazla muhatap olmadan ona çok önemli görevler
vererek sağken haklılığını görmek istiyordu.
“Cihângirlik alâmetleri”nin belirdiğini hisseden Möngke, onu
Batıİran, Şam, Mısır, Rum ve Ermeni ülkeleri üzerine göndermiştir.
Möngke Hülagü’nün bu seferine çok önem veriyor olmalı ki emrine
olağanüstü sayıda asker, malzeme ve savaş araç gereçleri vermiştir. Özellikle
kendilerine bağlı hanlıklardan mancınıklar getirtmiş ve Hülagü’nün emrine
vermiştir. Kardeşlerin en küçüğü Sögedey’i dahi askerleriyle beraber Hülagü’nün
emrine vererek adeta onun ne pahasına olursa olsun galip gelmesi için çaba
sarfetmiştir.
Nihayet Hülagu
emrindeki muazzam askerlerle Karakurum’dan hareket etmeye başladı. Hareketiyle
birlikte sefer rotasındaki tüm önemli noktalara elçiler yollayarak konakladığı
yerlerde her ihtiyacının karşılanması emrini vermişti. Örneğin bu rota üzerinde
yeşilliklere dokunulmaması, hayvanalrın kesilmemesi gibi emirleri verdiği aktarılmıştır.
Ordunun gıda ve erzak ihtiyacı ise Hülegü Han’ın geçeceği
yerlerin bölge halkına kişi başı vergiler konulması ile sağlanmıştır. Buna göre
her bir asker için ahaliden ortalama 350 kg un, bir tulum şarap alınması şart
koşulmuştur. Bir konaklama yerinden diğerine taşınan erzak, bölge valileri
eliyle hazırlanıp götürülmüştür.
Hülagü Han Semerkant’ ulaştığında ona ilk bağlılığını
bildiren Melik Şemseddin-i Kert oldu.Hülagü’nün Horosan bölgesindeki diğer yöneticilere
gönderdiği mektup sonrası, bağlılık
bildirmek için sıraya girenlerin sayısı arttı.
Hülagü Han İran bölgesine gelmeden yaklaşık 3-4 sene önce,
önden gönderdiği komutanlarından Ketbuka (Ketboğa) Noyan bölgeye gelmiş e buranın büyük kısmını
itaat altına almayı başarmıştı.
Hülagu Han bölgeye geldiğinde Tüs şehrinde kalması kararlaştılmıştı.
Burada kalan Hülagu Han bu kente çok nazik davranmış ve bayındırlık işlerinin
hızlanması için emirler vermişti.Ayrıca Cuma Camisi’nin yanına bir bahçe
yaptırmış, cami ve camiye bağlı mezarlığı tekrar canlandırmıştı.[5]
Hülagü Han’ı sadece yaptığı katliamlarıyla tanımak haksızlık
olur. Her ne kadar kendisi için tehdit görmesi nedeniyle de olsa İslam dünyasının bir türlü birleşip de ortadan
kaldırmadığı bir belayı ortadan kaldırmıştır. İsmailileri. İsmaililer kim peki?
Hasan Sabbah Selçuklu Devleti ile yaptığı mücadelelerde bir
çok kez yenilgi almış ve her defasında canını kurtarmayı başarmıştı. İşte kaçarak
canını kurtardığı bir gelişme neticesinde Rûdbâr vadisinde kendisine bir karargah yaptı ve “beldetü’l-ikbâl” dediği müstahkem Alamut Kalesi’ne yerleşerek
Nizârî-İsmâilî Devleti’ni kurdu. Daha sonra Suriye topraklarında bir çok
kaleleri ele geçirdi.
On yıllarca İslam dünyasının ayrılıklarından faydalanarak
ayakta kalan İsmaililer İslam dünyasının başına bela olmaya devam ettiler.
“Dinsizin hakkından imansız geldi”
Hülagu Han Suriye topraklarında cirit atan ve kendisi için
de tehlike gördüğü bu İsmailiye kalelerini bir bir düşürdükten sonra o meşhur
Alamut Kalesi’ni bunların başlarına yıkmaya karar verdi.
Merkezleri Alamut’ta
oturan reisleri Rükneddin Hûrşah 19 Kasım 1256 tarihinde Hülâgû’ya teslim oldu.
Hülagu kaleyi yerle bir etti ve halkının tamamını kılıçtan geçirdi. Büyük
Bağdat katliamı öncesi adeta prova yapmaktaydı. Ama çok ilginçtir, Rukneddin’e
gayet nazik davrandı. Onu Büyük Han Mengü’ye saklamıştı sanırım.Çünkü bir süre
sonra Rukneddin’i Büyük Han Mengü’ye yolladı.
Daha da ilginç olanı ise, Menü’nün Rukneddin hakkında ne
karar vereceğini bilememesidir. Birkaç defa onu kullanmayı düşünüp bir yerlere
göndermiş ancak henüz yoldayken kararından
vazgeçip tutuklanmasını emretmiş, yine tutukluluğunu kaldırtıp kullanma yoluna
gitmiştir. Onunla ilgili kafa karışıklığı Mengü’yü yormuş olmalı ki bir gündüz
vakti aniden başının kesilmesini emretmiştir.
Özetle koca İslam dünyasının yapamadığını Hülagü hiçbir
yenilgi almadan yaparak “dinsizin hakkından” gelmeyi başarmıştır.
Şimdi hedef Bağdat..
Hülagu İslam dünyasının içinde bulunduğu ayrılıklara,
birbirileriyle olan mücadelelere ve özellikle o dönemde Bağdat halkının içinde
bulundukları rezilliklere çok öfkeliydi.
Halifeye birkaç defa mektuplar yollamış ve kendisine tabi
olmasını istemişse de halife Mustasım
Billah bunu reddetmiştir. Reddetmesini gerektirecek bir gücü, sözü geçerliliği
olmamasına rağmen Hülagü’nün mektuplarına sert karşılıklar vermişti.
Oysa Hülagü güzergahı üzerindeki tüm beylerin (Müslüman),komutanların
kendisine biat etmesini sağlamış ve bir çoğu da halifelerini bilgilendirmeden adeta
“itirafçı” gibi Hülagü’ye biat etmişlerdi.
Hülâgû halifeye bir mektup daha yollayıp şehrin surlarını
yıkmasını, hendekleri doldurmasını ve idareyi oğluna bırakıp bizzat huzuruna
gelmesini istedi. Halifenin bu teklifi de reddetmesi üzerine Hülâgû, son bir
mektupla” Tanrı’nın dünyayı idare etme görevini Cengiz Han’a ve onun soyuna
tevdi ettiğini” bildirip itaat etmediği takdirde taş üstünde taş gövde üstünde
baş bırakmayacağını bildirdi.
Halifenin son mektuba cevabı ilginçti?
Cevabi mektubunda “Mengü Han’la ve kendisiyle dost olduğunu,
elçilerin getirdiği haberlere inanmadığını ve eğer Bağdat’a karşı harekete
geçecek olursa başına büyük felâketler geleceğini” bildirmişti.
Bu cevap üzerine Hülâgû 27 Mart 1257 ‘de Hemedan’dan
Bağdat’a hareket etti ve sağ kanat, sol kanat, merkez olmak üzere üçe ayırdığı
ordusuyla şehri çepeçevre kuşattı.
Özellikle Baycu Noyan’ın Batı yönünden şehre acımasızca
saldırması ve üzerine gelen 20000 kişilik Abbasi ordusunu biçmesi onu şöhrtet
sahibi yapmıştır.
Şehrin Güney kısmında ise Ketboğa zorlu direnişlerle
karşılaşmadan ilerlemiş ve Güney surlara ulaşarak bu surları tahrip etmeye başlamıştır.
Şehre girmeyi başaran Moğolar Hülagü’nün emriyle Abbasi
askerlerinin tamamını öldürdü ve insan avı başlatarak halkı kılıçtan geçirdi.
Öldürdüğü insan sayısı (askerler hariç) 200 bin civarındaydı.
Nitekim dönemin Fransa Kıralı IX.Lousi’ gönderdiği mektupta
200 bin kişiyi öldürdüğünden büyük bir övünçle bahsetmişti.
Halife ve oğulları teslim olduğunda onlara büyük işkenceler
yaptı. Halifeye, idam edilmeden önce şehirde yapılan katliamlar izletildi.
Büyük azap çeken Halife bir dizi işkencelerden sonra boynu vurularak öldürüldü.
İdamı hakkında farklı rivayetler bulunmasına rağmen en
yaygın olanı, Halifenin keçeye sarılarak Moğol atlarının ayakları altında
ezilmek suretiyle can verişi yönündedir.
Bağdat’ta insan katliamı devam
ederken bir yandan da o dönem dünyanın en zengin bilgi ve kültür hazinesine
sahip olan şehirde tüm kültürel miras
yerle bir edilip yüzbinlerce cilt eser barındıran kütüphaneler yerle bir
edildi.
Görgü tanıkları şehirden geçen
Dicle’nin bir süre mürekkep aktığını söyler. Bazı görgü tanıkları ise nehrin günlerce
kırmızı renge büründüğünü belirtir. Hülagü’nün katliamının boyutunu anlatan
rivayetlerden biri de 70 bin kişinin kellesinden kule yaptığıdır. Bu bile
vahşetin boyutunu gözler önüne sermekte.
Bağdat’taki insan ev kültür
katliamından sonra İslam dünyası bir daha kendine gelemdi. İçine kapanık bir hayat sürmeye başladı. Tabi Türklerin İslam’ın
liderliğini ele geçirmesine kadar..
Yorumlar
Yorum Gönder