Ortak Hafıza:Tarih
Ortak Hafıza:Tarih
Bizler Tarih okumanın, öğrenmenin bir ulusun kolektif hafızasını inşa etmede, biçimlendirmede veya hafızasını dönüştürmede önemli bir etken hatta birincil etken olduğunu biliriz.
Tabi tarihin, sadece devletlerin resmi ideolojisini
yansıtan yönlerinden bahsetmiyoruz.
Özellikle 80’li yıllardan itibaren tarihi bir takım
pozitivist kuramlar üzerinden okumanın veya okutmanın olumsuzluklarını zaman
içinde görmekteyiz aslında.
Söz gelimi milli şuurun önemsizleşmeye doğru
everilmesi, vatan dışında dünyanın her hangi bir yerini vatan değil menfaat
toprağı olarak görüp o topraklarda gerekirse vatanı aleyhine birtakım
çalışmalarda bulunulması şeklinde aidiyetsizlik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Pozitivist bir bakış açısıyla ele alınan tarih tüm
uluslarda ulusların milli ve manevi kimliklerinin tarihi olaylara etkisini ikinci plana atmış,
birincil etken olarak devletlerin sahip oldukları maddi güçler görülmüştür.
Bir devletin siyaseti şekillendiren güç unsurları sırlanmak istendiğinde: Askeri güç, ekonomik zenginlik gibi maddi faktörlerin uluslararası siyaseti şekillendiren en önemli faktörler olduğu önümüze çıkar.
Milli ve Manevi güçten söz edilmesine bakmayın; sadece tamamlayıcı olgular olarak görülmesinden öte bir anlam taşımaz.
Yahut pozitivist/materyalist
çıkarları meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılır;asıl etkenlerin maddi
faktörler olduğu ve manevi faktörlerin materyalist çıkarlara hizmet etmekten
öte bir anlam taşımadığı izlenimi uyandırılır.
Aslında 80’li yıllara kadar olan tarih anlayışı Avrupa ve ABD ülkelerinde biraz daha farklı, milli ve manevi unsurlara ağırlık veren bir anlayış vardı.
Örneğin İngiliz ulusal kimliğinin ve dış politikasının
oluşumundaki ana etkenlerden biri Protestan
kültür tarafından oluşturulan ortak Katolik düşmanlığı olmuş ve bu anlayış
odağında kolektif bir hafıza oluşturulmuştur;
zaten bir kimliğin oluşumunda “ötekileştirme” oldukça etkilidir.
Bir başka örnek de ABD için verilebilir. Soğuk Savaş döneminde var olma/yok olma söylemleri ve ortak bir düşman olarak Sovyetlerin hedef gösterilmesi tamamıyla milyonlarca benzemezin bir araya gelerek oluşturduğu bu devlete milli bir kimlik kazandırma amacından öte bir şey değildir.
Tabi ki Sovyetler ve devamı olan Rusya da aynı amaçla “tehdit”
bazlı milli kimlik kazandırma yahut var olan milli kimliği daha işler hale
getirme yoluna gitmiştir.
Her devlet/lider/iktidar, kendi tarihini bu günün çıkarlarına uygun biçimde şekillendirmekten geri kalmaz. Özellikle toplumsal boyutlu travmalar üzerinden tarihi yeniden yorumlama yahut kurgulama yokuna sık sık giderler.
Çünkü onlar da çok iyi biliyorlar ki tarih ortak hafıza
demmektir,günceli ortak hafızayla birleştirip doğru biçimde yorumlama demektir.
Zaman zaman ortak hafızanın istenmeyen bölümleri silinir, zaman zaman da istenen bölümleri defalarca tekrarlanır. Bu ,iktidarların iç ve dış politikadaki hedefleri/gayeleriyle doğrudan ilintilidir.
Örneğin Putin’in Ukrayna’nın doğusunu ele geçirme düşüncesini,
hafızayı geri getirerek “ onları Türklere karşı biz koruduk” cümlesiyle meşrulaştırması
yahut günümüz Rus yönetiminin ortak hafızanın bir bölümünü silmeye çalışması,
yani Sovyet yönetimini eleştirmesi ortak hafızanın “hatırlanabilir ya da
silinebilir” şeklinde kullanıldığına örnek olarak verilebilir.
Putin’nin “Ukrayna’yı Türklerden biz koruduk” cümlesi bizim ortak ya da ortak olmayan hafızamızla ilgili bizleri düşündürmeli aslında.
Neden mi?
Çünkü bizler halen tarihimizin belli bölümlerini kabullenip belli bölümlerini reddi miras yapıyoruz ama gelin görün ki bizim reddi miras yaptığımız bölümler rakiplerimiz tarafından reddedilmemiş görünüyor.
Yani “Türkler”
ifadesi aslında Türkiye’nin Osmanlı’nın bir devamı olduğu gerçeğini yüzümüze
vuruyor. Demek ki reddi miras yapsak da, mirası sahiplensek de var olan
gerçeklik kendini gizleyemiyor. Ama tabi bizler kendini gizleyemeyen gerçekliği
gizlemeye devam ediyoruz.
Madem son parağraflarda Rusya odaklı gidiyor anlatımımız bir başka
örnek verelim: Rusya’nın erken dönem (Osmanlı dönemi ilşkilerinde)tarih ders kitaplarında Türkler ve Türk Devletleri
için “Savaşçı devlet” (voinstvennoe gosudartsvo) ve “tehlikeli düşman” (opasnıy
vrag) kavramlarını kullandığını biliyor muyuz? Anlaşılan o ki bu anlayış yakın
dönem ders kitaplarında da kendini gösteriyor.
Putin’in “..Türklere karşı koruduk” sözünün altında
yatan bir başka anlayış da Ortodoksluk ve Müslümanlık karşıtlığında “Hilal Haça
Karşı” (Polumesjats protiv Kresta) anlayışıdır. Bu anlayış konjonktürel veya
stratejik ittifaklığın olduğu dönemlerde kendini göstermese de çıkar çatışmalarının
yaşandığı dönemde uyanan bir canavar olarak karşımıza çıkar.
Ama ilginç olan şu ki: Ruslar Osmanlı’yı veya Türkleri
“doğulu barbarlar” olarak nitelendirip Batılı, Avrupalı olmamakla itham edip
Batıyla kıyaslarken diğer yandan bu gün olduğu gibi Batılıları kendisine düşman
gören bir anlayışla hareket etmektedirler. Bu tezatlık Kurtuluş Savaşımızın ilk
dönemlerinde de kendini göstermişti. “Kızlı ordu” ve “Beyaz ordu” çekişmesinde
Batılıları, kendilerine saldıran barbarlar olarak nitelemişlerdi. Bu dönemde “doğulu”
olarak gördükleri Milli Mücadele Hareketini yönetenlere de destek vermişlerdi.
2000’li yıllarda her ne kadar ABD ve
Batı’ya karşı bir çok alanda birbirlerini dengeleyici ittifaklara imza atsalar
da Ruslar açısından “Osmanlı/Türkiye,
Batı’nın gücünü dengelemek için zaman zaman Rusya’nın stratejik ittifaklar
yapabileceği geçici ve güvenilmez bir partner olarak resmedilmektedir.”
Yorumlar
Yorum Gönder