Çok değil çok az düşünmek bunu anlamaya kâfi!

 

Az düşünmek bile bazı gelişmeleri anlamaya kâfi!

İmaj, sadece bir insanın, bir nesnenin, bir kuruluşun nasıl algılandığı değil; ülkelerin de uluslararası alanda nasıl algılandığıyla alakalı olan önemli bir kavramdır.

Tabi ülkelerin uluslarası platformlarda nasıl algılandığı hakkında doğru fikir sahibi olmanızın temel koşulu, gerçekçi, tarafsız ve geniş çerçeveli bakış açısıyla yapılan analizlere bağlıdır. Tabi ülkelerin sahip oldukları güçleri, mantıklı ve çürütülebilirliği olmayan gerekçelerle  donatan iyi bir imaj çalışması yapmaları karşı tarafın analizleri açısından da oldukça önemli.

Türkiye’nin son yıllarda özellikle uluslararası alanda sergilediği diplomasi ataklarının karşılık bulması ülkenin yükselen değerleriyle güçlü bir imaj bırakmasıyla doğrudan ilişkilidir.

Her ne kadar ülkemizin her geçen gün uluslarası siyasetin çekim merkezi haline gelmesini kabullenmeyen insanımız veya siyasi liderlerimiz olsa da uluslarası siyaset bu gerçekliği çoktan kabul etmiş görünüyor.

Türkiye’nin özellikle  15 Temmuz sonrası uygulamaya koyduğu “tam bağımsız bir dış politika” anlayışı, esasında akşam düşünülüp sabah uygulanmaya konmuş bir durum değildi. Bunun yıllar öncesinde bir alt yapısının oluşturulduğu muhakkaktı. Zaten oluşturulan bu alt yapının sütü bozuk hainler tarafından bir yerlere rapor edilmesiyle gerçekleşmişti 15 Temmuz hain darbe girişimi.

Bu hain darbenin hemen ardından ordu içinde Türk askeri üniformasının içine gizlenmiş hain zihniyetin tasfiye edilmesi dış ülkelerde “Türk ordusu kabiliyetini yitirdi” imajının doğmasına sebep olunca bizzat ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başkomutanı tarafından Türk Ordusu’nun “hainler olmadan da neler yapabileceğini” gösteren bir dizi operasyon emirleri verildi ve bu bağlamda gerçekleşen Fırat Kalkanı Harekâtı süper güçleri endişelendirirken umudu Türkiye olanlara derin bir nefes aldırdı.

Art arda gelen  İdlib ve Zeytin Dalı harekâtları, uluslararası güçlere Türk Ordusu’nun gücünden hiçbir şey kaybetmediğini gösteren en somut ve en güçlü örnekler oldu.

Cumhurbaşkanı’nın, bir ülkenin gücünün, sahip olduğu ekonomik, savunma ve taarruz güçleriyle doğru orantılı olduğunun farkında olması onu ivedilikle bu alanlardaki gelişmelere odaklandırmış görünüyor.

Örneğin, Türkiye’nin yumuşak güçlerinin yanında “caydırıcı güç”olarak kullanmak istediği S400’lere tüm engelleme ve tehditlere rağmen sahip olmak istemesinin altında yatan asıl sebeplerden biri de sahip olduğu “özel jeostratejik konumunun” hakkını vermek istemesidir.

Halen bu S400’leri bir takım korku ve aşağılık komplekslerin etkisinde değerlendiren siyasetçilerin kendi ülkelerinin sahip olduğu jeostratejik gücünün ve öneminin farkında olmaması ise oldukça vahim bir durum.

Yıllarca bu gücün getirisinden faydalanmamıza olanak tanımayan ve kendilerinin yazdığı senaryoya göre verilen rollerin dışında bir role bürünmemizi engelleyen emperyalizmin öncüleri ülkenin tüm güç ußnsurlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istemişlerdi.

Ülkemizin güç unsurlarını bize verilen kullanım kılavuzuna göre kullanmamızı isteyen emperyallerin , bu aralar hop oturup hop kalkmasının nedenlerinden biri de kendi tasarrufumuzda olan güçlerimizi yine kendi tasarrufumuz doğrultusunda kullanmak isteyişimizden kaynaklanmaktadır.

Ülkemizin sahip olduğu tüm güç unsurlarını kendi özgür irademizle kullanma aşamasına gelişimiz sadece kamuoyuna yansıyanına şahit olduğumuz haliyle bile oldukça meşakkatli oldu.

Önce 14 Mayıs 2013’te son ödemeyle IMF borcu silindi. Krizlerden beslenen bu kurumla ilşkinin koparılması (ekonomik anlamda) 1960’dan bu yana ülkemizde  kriz “yaratan”  21.yüzyılın “Duyun-u Umumiye”sinin ülkedeki etkinliğinin kırılması anlamına geliyordu. Her ne kadar yabancı fonlara olan bağlılık devam etse de ekonomik bağımsızlık için oldukça önemli bir adımdı.

Ülkemizde bir gurubun “faizlerin yüksek olduğu ve fon çıkışlarının sürekli olduğu bir ortamda IMF’e geri döneceksiniz” beklentileri o gün olduğu gibi şuana kadar da boşa çıkmış görünüyor. Bu beklenti 2008 krizinde oldukça yükselirken Cumhur Başkanı’nın “teğet geçecek” öngörüsünün gerçekliği beklentileri ayaklar altına alıp hayal kırıklığı yaşattı.

Bu hayal kırıklığı unvanı profesör olanları dahi saçma sapan analizlere yöneltmeye yetti. Örneğin “Hükümet IMF’e olan borcu bitirdiğini söyleyerek dış borcun bittiği  algısını yapıyor” analizi gibi..Oysa anlamadıkları nokta dış borcun bitmesi algısı değil, borçları ödemek için gerekli atılımlara tek başına karar verme yetkisine sahip olma algısını oluşturduğu; ki gerçekçi bir algı çalışması.

Ülkemizin sahip olduğu ancak tasarrufunu elinde bulunduramadığı “çok yönlü küresel güç enstrümanlarını” dilediği biçimde kullanmak için gerekli olan bir diğer adım da caydırıcı güç olan savunma ve taarruz kabiliyetini birilerinin direktifleri veya kontrolünden kurtularak dünyaya göstermesiydi.

Bunun için yetişmiş genç kuşakların yıllar önce sessiz sedasız başladığı ve kamuoyuna yüzeysel olarak sunulan ama gerçekte gizli biçimde gece gündüz yapılan savunma alanındaki çalışmaları meyvelerini verdi ve vermeye devam ediyor. Nitekim ülkemizin medarı iftiharı Selçuk BAYRAKTAR ve ekibi bu gizliliğin önemli ve tek kahramanları oldu.

Ürettikleri SİHA ve İHA gibi caydırıcı güçler, halen beyinlerini kin müsilajıyla kaplamış birileri tarafından akla ziyan ifadelerle eleştirilmeye devam ediliyor; eleştirirken kullandıkları ifadeler “akla ziyan” olunca, haliyle “rezil rüsva” olmaktan da kurtulamıyorlar; tıpkı S400’ler için “S400’ler Saray’ı korumak için alındı” ifadelerindeki rezillik gibi..

Oysa bugün tüm dünyanın gıptayla takip ettiği SİHA’ların Türkiye’nin ebabil kuşları gibi caydırıcılığı ve de hava savunma sistemlerinin koruyuculuk potansiyeli olduğu için diplomaside “uysal koyun” rolü oynamadan söylemlerimizi dinletebiliyoruz.

İlk olarak 2014’te hayata geçirilen TSSK (Teknokent Savunma Sanayii Kümelenmesi) işte bu nihai hedefe ulaşmanın başlangıç noktasıydı. Zamanla 1, 4 milyar liralık ciroya ulaşan kuruma üye firmaların ve bu kuruluşun, Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir!” veciz sözünü hayata geçirmedeki rolü hiç kuşkusuz tartışılmaz.

Türkiye’nin sahip olduğu insansız hava araçlarının hiçbir emperyalist devletin denetiminden geçmeden ülkenin gerçek vatanseverlerine sağladığı  istihbaratın terörü ne hale getirdiği hepimizce malum.;ya da satın alınıp kendi mürettebatımızı konuşlandırdığımız sondaj gemilerimizin Karadeniz’de neleri başardığı..

Yıllarca gerek tarih gerekse coğrafya derslerinde gördüğümüz “Türkiye iki kıtaya hatta üç kıtayı birbirine bağlayan kördür” sözüne anlam katmanın ve bu özelliğin verdiği avantajlardan yararlanmanın yegane koşulu olan askeri ve teknolojik gücün ne denli önemli olduğunu, yavaş yavaş “yeni Türkiye” çizgisine uyum sağlayan devletlerin liderlerinin kendilerini ülkemizi ziyaret etme zorunluluğunda hissetmelerinden anlamak mümkün.

Çok değil çok az düşünmek bunu anlamaya kâfi!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..