Ne Rusçuluk Ne Amerikancılık! Sadece Türkiyecilik!
Ne Rusçuluk Ne Amerikancılık!
Sadece Türkiyecilik!
Son zamanlarda dış politika oldukça hareketli.
Tabi bu hareketliliğin temel amacı küresel güçlerin dünyaya
nizam verme çabasıdır.
Bu, aslında Türk İslam Medeniyeti’nin altın çağını yaşadığı dönemlerde
“Nizam-ı
Alem” olarak Türklerin geleneksel dış politikasında yer alan vizyoner
bir bakıştı. Ama bir zamanlar..
Özellikle 17.Yüzyıl sonlarından itibaren, maalesef, bırakın Nizam-ı
Alem düsturuna sahip olmayı Batılıların yeni nizamlarına karşı bir duruşu dahi
cesurca sergileyemediğimiz ortada..
Tabi 20.Yüzyılın
başlarında Batılılara karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde verilen
mücadeleyi saymazsak..
Türkiye’nin kuruluş yıllarını bir kenara bırakırsak, tüm
kurumlarıyla, rejimiyle oturan Türkiye’nin ilk yıllarından “11
Eylül olayına kadar” olan dönemde Batılı
emperyallerin çerçevelediği vizyonun dışında özgün iradeli bir bakış açısına
sahip olmadığımızı veya olamadığımızı kimse inkâr edemez.
11 Eylül sonrası ABD ve takipçisi İngiltere’nin pervasız dış
politikaları, 11 Eylül sonrasında Türkiye’nin dış politika ufkunu
genişletmesine, dahası çok boyutlu dış politikaya yönelmesine vesile oldu.
Bu çok boyutlu dış politika, günümüzde de adeta “aktivist
bir dış politika”ile taçlandırılıyor, daha önceki doğru/yanlış politikalardan
elde edilen tecrübelerle Dünya politikasında söz sahibi oluyor.
İşte; Türkiye’nin 11 Eylül’den bu yana tecrübe edindiği dış
politikasının özünde, dışa açıklık ve proaktif politika yer almaktadır.
Yine edinilen büyük tecrübelerden biri de “Stratejik
derinlik” ve “sıfır sorunlu komşuluk” stratejilerinin aslında öngörüden uzak,
hayal mahsulü politikalar olduğu gerçeğidir.
“Genişletilmiş Avrasya” olarak bilinen “Büyük Ortadoğu
Projesinin” hedefi olan bölgenin göbeğinde yer alan Türkiye’ye rağmen hiçbir projenin
yürütülebilir olmadığını belgeleyen temel unsur da aslında bu tecrübenin, çok
yönlülüğün, açıklılığın bir sonucudur.
On yıllar boyunca Asyalılık ve Avrupalılık arasında gidip
gelen Türkiye’nin, son dönemlerde gösterdiği politik kararlılık, özgünlük,
menfaatlerini koruma noktasındaki başarıları, Türk vatandaşlarını, artık “Asyalılık”
veya “Avrupalılık” noktasında değil de “Türkiyecilik” noktasında birleştirmeye
sevk ettiği açık.
Tabi bu “birleşimi” sosyal medya platformlarında göremeyebiliriz.
Hatta bu platformlarda tam aksi yönelmeleri de görebiliriz. Lakin bu
gördüklerimizin okyanusta damla sayılamayacak boyutta küçük ayrılıklar
olduğundan emin olun.
Bu platformlarda ülkeniz adına çok daha acı verici
paylaşımlar da görebilirsiniz. Örneğin Türk-Yunan ilişkilerinin, Yunan Başbakanı’nın
“ikili tavrı” nedeniyle gerginleştiği bu konjonktürde “Edirne’yi Enver alacağına Bulgar alsın” anlayışlarına da rastlayabilirsiniz.
Bu anlayışların, Türk Milleti’nin karakterini yansıtmadığını
hatta Türk Milleti’nin yüzyıllar boyunca kendi içlerinde bu tür karakter(siz)lerle
mücadele ettiğini hepimiz biliyoruz.
Türkiye’nin mevcut konjonktürde Yunanistan’ın Lozan ve Paris
Anlaşmalarına aykırı olarak silahlandırdığı adalar üzerinde tasarrufta bulunmak
için harekete geçmesi gerektiğini bu meseleler tırmanmadan günler önce
yazmıştım. Ve bunu aynen bu yazıda da dile getirmem de hiçbir mahsur yok.
Her ne kadar içimizdeki “Avrupa ’sız”, hatta “Yunan ’sız”
nefes almakta zorlanan “dış politika korkaklarının” sesleri “gerek yok tarzında”
olsa da, her ne kadar vizyonsuz karakterlerinin önceki versiyonlarının beceriksizliğini,
başarısızlığını şuan ki iktidarın telafi edecek olmasından rahatsız olsalar da
bu olgu bizim bekamızın önünde set olmayacaktır.
Yıllarca bolluk, bereket dehlizinde sadece uyuyan bir ülke
olarak artık bizim “Mavi Vatan”
anlayışımız bizi uyandıracak kadar milli, yanı başımızdaki terör
koridorlarını yıkan operasyonlarımız bizi gururlandıracak kadar yerli ve sınırlarımızı
ötesinde çıkarlarımızı arayan Mehmetçiğimizin mücadelesi de bizi cesaretlendirecek
kadar kahramancadır.
Ayrıca “Çırpınırdı Karadeniz,; bakıp Türk’ün bayrağına” dizelerini
tarihin tozlu raflarına kaldıran sondaj gemilerimizin, artık Karadeniz’in
çırpınmasına aldırış etmeden yaptığı ve başarılı sonuçlar getiren çalışmaları, Karadeniz’in
artık Türk Bayrağı’na bakarken çırpınmasını değil, sakinleşip önünde eğilmesini
sağlamıştır.
Bu duruma gelmek için ödenen bedelleri, buz dağının görünen
yüzündekiler kadarıyla bilen millet olarak bizler unutmayalım ki; ne
Rusçuyuz,ne Amerikancıyız,ne Çinciyiz ne de BOP’luyuz. Biz Türkiyeci olduğumuz
için bu gün NATO’nun da, Avrupa’nın da “hakkını arayan gururlu ve inatçı aktörleriyiz.”
Ez Cümle:
Türkiye mevcut tehdit algılamaları ve güçlü bir gelecek için yeni
kurulan dünyada milli, bağımsız ve kendi inisiyatifleri çerçevesinde
geliştirdiği yol haritasıyla yerini almaya çalışıyor ve bu çalışması esnasında
ülkesine, herkesin ama herkesin “iktidar ayrımı yapmaksızın” (iç politikada sonuna
kadar mücadele edilebilir) destek çıkması vatani görevidir.
FKD(Fevzi K.DOĞAN)
Yorumlar
Yorum Gönder