Eskinin ilkel siyaseti Türkiye’nin yenisinde kabul görmeyecek gibi..

 

Eskinin ilkel siyaseti Türkiye’nin yenisinde kabul görmeyecek gibi..

Seçime az bir zaman kaldı. Ve kalan zamanda cumhurbaşkanı seçimini kimlik ve inanç ayrışması üzerinden planlı bir süreçle yönetme eğilimi beni oldukça endişelendiriyor.

1980 sonrası “neo-liberal süreçte” meydana gelen gelişmeler dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kimlikler üzerinden siyaseti inşa etme girişimlerinin ağır sonuçlarına şahit olduk.

O dönemlerde topluma farklı bakış açıları sunamayan sığ siyaset, kendini fark ettirme çabası bağlamında farklılaşma referansı olarak kimlik siyasetini tercih etmişti.

Bu referansa sarılmaları, kendilerini başkalarından ayırt edip dikkat çekmek istemenin  ve hatta daha da ileri düzeyde  Histrionik kişilik bozukluğunun bir sonucuydu.

Ancak bu söylediğim husus sadece siyaset ve siyasetçi için geçerliydi. Esasında toplumda ciddi anlamda bir “ötekileşen kesim” sorunu vardı ama bu sorun hiçbir zaman samimi olarak siyasetin derdi olmadı;gündeminde hiç olmadı.

Zaten toplumda samimi bir şekilde, ötekileşen mezhep ve kimliklerin tanınma isteğini dile getirmek için siyaset yapanlar da yerlerinde fazla duramamışlardı. Mesela Ali Haydar Veziroğlu tarafından 1995’te kurulan Barış Partisi’nin ömrü sadece bir yıldı. Kurulma amacı Alevi kimliğinin devlet ve toplum tarafından tanınmasını sağlamaktı.

Partinin temel talepleri arasında cem evlerinin resmi düzeyde kabul görüp ibadethane statüsünde tanınması, dedelere maaş bağlanması, din ve ahlak kültürü dersinin seçmeli hale getirilerek “içeriğinde Alevilik inanç bilgilerine de yer verilmesi” gibi istekler bulunmaktaydı.

Ne yazık ki 80 ve 90’lı yıllarda hatta 2000’li yılların başlarına kadar bu talepleri karşılık bulmadı. Karşılık bulmayan talepler Alevi yurttaşların “ötekileştirlmesi” zamanla 80’li yılların sağ-sol çatışmasında “sol” olarak anılması ve yine bu süreçte yurttaşların bu inancının, İslam’ın bir alt kültürü  olmaktan çıkartılıp,  siyasi aktör haline getirilmesi sonucunu doğurdu; 80 ve 90’lı yılların muhalif siyasetinde belirleyici faktör olarak kendini gösterdi.

2000’li yıllara gelince..16 Temmuz 2014'te Resmî Gazete'de Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’la başlayan “çözüm süreci” Türkiye’nin kamburu olan ilkel tartışma ve uygulamalara son verme amacı taşıdı. Ve bu amaç doğrultusunda “insanlık ayıbı” olarak görülen “Kürt etnik kimliğini yok sayma” uygulama ve zihniyetinin bertaraf edilmesinin yanında Alevi yurttaşların 90’lı yıllardaki taleplerine de el atıldı.

Her ne kadar uzun bir süre Alevi yurttaşların kendi iç anlaşmazlıkları nedeniyle olumlu bir sonuç alınmasa da 2022’de 90’lı hatta 80’li yılların siyasetçilerinin dile getirdiği hemen hemen tüm talepler kabul edildi. Eksiklikler olabilir elbette ama iktidarın bu açılımı, maalesef 2019’da Almanya’daki Rheinland-Pfalz Eyaleti’nin Alevilere eşit haklar tanımasına yönelik kararı kadar  bile takdir görmedi.

Bu durum karşıma çıkan Mahatma Gandhi'nin şu sözünü hatırlattı:

Her topluluğun bir lağım tarafı vardır, orada çirkin şeyler toplanır; fakat toplulukların asil, temiz tarafları da vardır, öyle olmazsa topluluk yaşayamaz. İnsanlar gözlerini çirkin şeylere dikmemeli, güzel taraflara çevirmeli, birbirlerini güzel kıymetlerin çerçevesinde görmeli ve sevmelidir”

Bizim toplumumuzun lağım tarafı da galiba “siyasi inat” uğruna güzellikleri görmeyişidir. Mesela bazılarının geçmişte yaşanan ırkçılığın dinbazlığın.mezhepçiliğin,farklılıklara tahammülsüzlüğün devlet politikası olmaktan çıktığını görmeyişi gibi. Veya birkaç meczubun söylemlerine karşılık sosyal medyada mağdur edebiyatı yapanlar gibi..

Günümüz Türkiye’sini halen 80 veya 90’lı yılları Türkiye’si zannedip, ”çağdaş ve modern Türkiye”ye ayak uyduramayanların  -özellikle muhalif aydınların bir kısmının- geçmişin siyasetiyle iktidarı planlamaları çok da doğru bir siyasi hamle olmasa gerek.

Çünkü 1980’lden sonra Türkiye’de de tırmanan dinsel ve mezhepsel temelli kimlik arayışının bu dönemde yerini birlik ve beraberliğe bıraktığını görmüyorlar diye düşünüyorum.

İşin “sufle” kısmı yahut “emperyalist istekleri kısmıyla” çok da ilgilenmiyorum; çünkü hiçbir Türkiye vatandaşının emperyalistlerden sufle alacağını düşünmüyorum..

Ancak kabul edilse de edilmese de bu dönem Türkiye’sinin önceki dönemlere göre gerçekten çok farklı olduğunu kabul etmemelerine ve görmemelerine şaşırıyorum.

Evet bu dönem Türkiye’si gerçekten çok farklı.. İnsanların; sahip oldukları iletişim imkanıyla farklı, zihniyle farklı, karşıdakine olan bakışıyla farklı, öngörüsüyle farklı, ötekileştirmemesiyle farklı. Velhasıl tüm benlikleriyle halkımız çok farklı ve siyasetin ve siyasilerin çok ama çok önünde.

Son söz olarak: Eskinin ilkel siyaseti Türkiye’nin yenisinde kabul görmez. Bu nedenle muhalefetin daha etkili ve daha dokunur bir siyaset  izleyip seçmenlerine umut vermesi şart..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..