Dünya’nın şekillenmesine yönelik tüm tez ve doktrinleri çöpe atın...
Dünya’nın şekillenmesine yönelik tüm tez ve doktrinleri çöpe
atın...
19. Yüzyıl’da dünya devletleri bir dünya savaşına hazırlanırken
savaşın maliyetinin getiresine oranını çok fazla hesap etme gereği duymamışlar
ve bu nedenle savaşa giden basamakları olabildiğince hızlı tırmanmaya
çalışmışlardı.
Fetihçi politikanın halen geçerli olduğu 19. Yüzyıl dış
politikasında devletlerin dış politikası anlayışı klasik sömürge çerçevesinde
şekillenmekteydi. O nedenle savaşların hedefi sömürülecek toprakları bizzat
kendi ordularıyla ele geçirmek olmuştu.
Ancak zaman geçtikçe devletler
arası ekonomik ilişkilerin yaygınlaşmasıyla ve hatta ekonomilerinin iç içe
geçmesiyle devletler 1.Dünya Savaşı’na kadar olan süreç zarfında mümkün mertebe
savaşmaktan uzak durmayı tercih etmişlerdi. Hatta sonuç alamasa da 1871’de Bismarc’ın
Fransa ile yapacağı savaşı engellemek adına elinden geleni yapması bunun bir
göstergesiydi.
Gerek Bismarc’ın gerekse diğer devlet liderlerinin yaşadıkları yüzyılda savaşı son çare olarak
görmelerinin doktrinleşmemiş bir nedeni
vardı: Ekonomilerinin artık küresel bir boyuta ulaşması..
İşte bu durumu fark eden
İngiliz yazar Norman Angell “savaşlarda kazanan tarafın olmayacağına”
yönelik düşüncelerini “Büyük Yanılgı”
adlı kitabında bilimsel ve etkileyici bir dille anlatınca, kitabı bir anda devlet liderlerinin ilgi odağı
haline gelmişti.
Norman Angell’ın yazdığı kitap savaşlarda kazananın
olmayacağı üzerine şekillenmişti. Ve ona göre devletler mümkün mertebe
savaşlardan –en azından büyük savaşlardan- kaçınacak politikalar üretmek
zorunda kalacaklardı. Çünkü ona göre “Dünya belirli bir finansal ve ekonomik iç
içe geçme düzeyine ulaştığında, büyük bir savaş kârsız hale gelecek”ti.
Ancak dediği gibi olmadı.1. Dünya Savaşı ve sonrasında
2.Dünya Savaşı patlak verdi. Yani yeri zamanı geldiğinde ve şartlar
olgunlaştığında savaşların önünü alacak bir güç hiçbir zaman kendini
gösteremedi; ne iç içe geçmiş küresel ekonomik güç ne de Rönesans Dönemi’nin
Hümanist gücü..
Günümüze yakın bir dönemde,1990’ların başında “Tarihin Sonu Ve Son İnsan” adlı eserinde Angell’in
düşüncelerini modern dünyanın kavramlarını kullanarak insanlığa satmayı
başarmış olan Francis Yoshihiro
Fukuyama da “insanlık tarihinin
ideolojiler arasındaki bir mücadele olarak ilerlemesinin büyük ölçüde sona
erdiğini” söyleyerek devletlerin ısrarla savaştan kaçınacaklarını dile
getirmiş ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşananlar onu savunduğu tezde
mahcup duruma düşürünce farklı düşünceler taşımaya başlamıştı.
Batı’ya endeksli bir
dünya tasavvuru onu fazlasıyla hayal kırıklığına uğratmıştı. Çünkü ona göre “liberal
demokratik ideallere ve değerlere dayanan Batı merkezli küreselcilik artık
zafere ulaşmaktaydı.” Dünya’nın sadece
Batı eksenli bir yapıdan oluşmadığını, Çin başta olmak üzere birçok Doğu ve
Uzakdoğu ülkeleri ticari ve siyasi ataklarla gösterdi.
Batı’nın kültürel ve
askeri üstünlüğüne göre Dünyanın
geleceğine yönelik sözüm ona tezler veya doktrinler ortaya atan Norman Angell
ve Fukuyama gibi siyaset bilimciler Dünya’nın Batı standartlarına göre
biçimlendirilemeyecek kadar karmaşık ve çelişkili olduğunu kendi dönemlerinde yaşanan
ön göremedikleri hadiselerle anlamış olmalılar.
Örneğin ekonominin
küresel boyutundan ötürü liderlerin savaşlardan kaçınacağını düşünen Angell 1.Dünya savaşına şahit olurken
ideolojiler arasındaki mücadelenin çok da etkili olmadığını düşünen Fukayama da
ideolojik savaşların soykırıma varacak boyutta yaşandığına şahitlik etti. Yani
büyük yanılgılar içine düştüler.
Ne Hitler ve Mussolini
gibi ideolojik saplantı içinde birilerinin geleceğini tahmin ettiler ne de bu
ikisini aratan Netanyahu gibi bir canavarı..
Ama tabi Batı’nın
her alanda gerilemesi ve bazı değerleri de kaybetmeye başlaması yeni doktrinlere kapı
aralar mı bilemem. Bildiğim ve tahmin ettiğim şey; Batı’nın gerilemesi ve
Amerika’ya bağımlı hale gemesi,Amerika’nın da pervasız siyaseti karşısında sömürgeleştirdiği
milletlerin en azından halk olarak uyanmaya başlaması.
Artık Dünya’nın “efendisi”
Amerika’ya “kimsin sen?” diyebilen Türkiye,
Çin, Rusya’nın yanı sıra Afrika ülkeleri dünyanın gri kalan zamanında etkili
olmaya başladı. Hatta Amerika dünyanın polis devleti olduğunu ülkelere baskıyla
hatırlattığı her an bu küstah devlete karşı bütünleşmeler hız kazanıyor. Bu
bütünleşmenin nihayete ermesi tabi ki uzun bir süreç.
Önemli olan Amerikan
küstahlığına karşı direncin daha ileri düzeylere taşınması. Bu “ileri düzeye
taşıma” kendini hissettirdiği sürece Amerika da emperyalist Avrupa ülkeleri de bocalamaya
devam edecektir. Ve emin olun Amerika da Batı da bu direnç karşısında kaybeden
taraf olacaktır. Mesela Amerika’nın Rusya’yı “güç merkezinin” dışına çıkarmada başarısız
olması bu kaybedişe bir örnektir.
Aynı başarısızlık Türkiye’ye karşı da alınmamış mıydı?
Türkiye’yi bölgesinde içine kapanık, bağımlı ve “efendisine hizmet eden” bir
yapıya dönüştürmeyi başar bildiler mi? Ha bir dönem evet..Peki aynı bölgede ki İran?
İran’ın ne yaptığı ve ne yapmak istediği konusu anlaşılabilir
değil. Ama 7 Ekim’e kadar Tahran’ın Ambargolara rağmen Rus desteğiyle büyüdüğü bir gerçek. Zaten
önümüzdeki Ekim ayında Kazan'da yapılacak BRICS zirvesinde Tahran ile Moskova
arasında kapsamlı bir stratejik ortaklığa ilişkin anlaşmanın imzalanması
bekleniyor. Eğer İran varlığını yapay gerginliklere, sanal güç gösterilerine
dayandırmaz ve gerçekçi bir dış politikası izlerse Ortadoğu’nun Amerika’nın
elinden kayıp gitmesi daha da hızlanır. Ama şimdilik İran için böyle gerçekçi
bir politika söz konusu değil.
Bakınız on aydır bütün askeri ve teknoloji imkanlara rağmen Gazze gibi küçük bir yeri kontrol edemeyen bir İsrail ve
destekçisi Amerika var..Demek ki Amerika ve de İsrail dünyayı dize getirebilecek bir güce sahip değiller ve demek ki sadece algılarla
dünyanın bekçiliği görevine soyunuyorlar.
Elbette Amerikan imparatorluğunu saf dışı bırakmanın ekonomik
bedeli olacaktır. Bu bedeli karalı liderler ödemezse sorun yok ama bu bedeli ödeyenler
o korkusuz ve kararlı liderler olursa Amerikan hegemonyası bir yüzyıl daha
sürecek demektir.
İsrail’in Amerika’yı kendi yanında olası bir savaşa çekmek
için her türlü çirkefliği yaptığı bu dönemde Amerika’nın bölgedeki gücü de
etkinliği de azalıyor, çünkü yeri geldiğinde
korkak devlet adamlarına rağmen halklar Amerika’ya karşı kendi iradelerini sergilemekten
çekinmiyorlar.
Ama şimdilik dünya hiç olmadığı kadar tehlikede. Bunda Netanahu’nn
insanlık dışı duygu ve davranışları mı yoksa Biden’ın bunaklığı mı daha çok etkili
bilememe ama maalesef dünya bu aksak
tiplerin oluşturduğu kapana kısılmış görünüyor.
Yorumlar
Yorum Gönder