Dünden bugüne Hizbullah..

 Dünden bugüne Hizbullah..

Yatıp kalkıp Hizbullah’ı konuşur olduk. Hizbullah’ı dar kapsamda da olsa ele almadan önce şunu açıklıkla belirteyim: Siyonizm’e ve emperyalizme karşı mücadele eden her kim olursa olsun,nereden geldiğine,ideolojik yapısına hatta dini inancına dahi bakmaksızın desteklerim.. İdeolojilerini, dünya görüşlerini sorgulamak sonraki iş..

Peki Hizbullah denilen yapı ve ideolojik kökeni nedir?

Tarihler 1980’i gösterdiğinde Siyonist yapı Lübnan’ı işgal etmişti. Siyonizm’in Lübnan’ı işgaline zemin hazırlayan da 1975’de başlayan iç savaştı. Bu iç savaşın başlamasında  İsrail yanlısı Hristiyan falanjistlerin “otobüs katliamı”na karışmış olmaları büyük etken oldu. Bu falanjistler Filistin Kurtuluş Örgütü olarak bildiğimiz FKÖ ile mücadeleye girişti ve Lübnan adeta yaşanabilir bir yer olmaktan çıktı.

Hristiyan Falanjistlerin FKÖ ile mücadelesinden de anladığımız üzere aslında bu iç savaşın ateşini harmanlayan da MOSSAD’ın ta kendisiydi. Zira İsrail vakit kaybetmeden Lübnan’ı istikrarsızlaştırma ajandasıyla bölgeye girdi;sözde amacı Hristiyan Falanjistleri korumaya almaktı. Haliyle FKÖ de bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Ve işgal Taif Anlaşması ile kademeli olarak sona erdi.

Tabi anlaşmadan sonra Hristiyanlar da kendi aralarında ayrılığa düştü ve bu ayrılık çatışmaları beraberinde getirdi. FKÖ  de bu çatışmalardan istifade ederek “Sayda ve Sur arasındaki bölgeye yerleşti.”

Hizbullah da tam da bu ortamda doğdu. Her ne kadar kuruluşu 1980’lerde olsa da aslında kökeni 1960 ila 1970’li yıllarında Irakta ’ki Şii hareketliliğine kadar uzanır. Zaten ilk üyeleri de Irak’taki Şiilerdendir.

Lübnan iç savaşının olduğu dönemde Bekaa Vadisi’ndeki Baalbek şehrinde İran Devrim Muhafızlarının kampları vardı. İşte Hizbullah’ın somut olarak çıkış noktası bu kamplardandı.

Bunlardan önce kendilerini Suriye’ye yakın gören Şiiler Lübnan’da EMEL Hareketi olarak bilinen Şii milislerin yer aldığı bir güç oluşturmuşlardı ama zamanla bu hareketteki bazı üyeler anlaşmazlık yaşayınca buradan ayrılmak zorunda kalmışlardı. İşte Hizbullah’ı kuranlar da bu üyeler olmuştu.Kısa zamanda oldukça etkili olan bu yapı “Şiî bir siyasi ve sosyal hareket” olarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Temelde İran düşmanlarını kendi düşmanı olarak gören ,Lübnan’da İran Devrimi’ne benzer bir devrimi hedefleyen  bu hareketi destekleyenler arasında Lübnan’da kendilerini dışlanmış olarak gören Filistinliler de vardı.

Kendilerini muhafazakâr ve antiemperyalist olarak gören yapı uzun yıllar Ortadoğu Coğrafyasında görünür olmaktan çekinmişti. Manifestolarında ABD, SSCB (o dönem için SSCB) VE İsrail’i tehlikeli düşmanlar olarak tanımlayan yapı İsrail’in yok edilmesine yönelik söylemleri sıkça kullanmıştı.

Taif Anlaşması ile tüm gurupların silahsızlandırılması sağlanırken silah bırakmayan tek örgüt kendisini  “İslami direniş gücü” olarak tanımlayan Hizbullah olmuştu.

Tarihler 1993 ve 1996’yı gösterdiğinde İsrail bu yapının daha fazla genişlemesini engellemek için geniş çaplı operasyonlar düzenlemiş ancak amacına ulaşamamış,2000 yılına gelindiğinde de İsrail’in Lübnan’dan çekilmesinde büyük etkisi olmuştu.

Hizbullah’ın Lübnan’da varlığı İsrail karşıtlığıyla mümkündü. Bu nedenle İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi ancak Lübnan ile Suriye sınırında bulunan “Shebaa Çiftlikleri denilen bölgeyi terk etmemesi Hizbullah’ın Lübnan’da kalıcı olması için iyi ve makul bir gerekçe olmuştu.

Bu bölgeye zaman zaman operasyonlar düzenleyen Hizbullah’ın bu operasyonlarda elde ettiği başarılar özellikle Lübnan’daki Şiiler üzerinde büyük etki yaratmış ve bölgedeki şöhretini arttırmıştı.

Hizbullah’ın Lübnan’da etkisinin artmasına neden olan bir diğer olay da Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi ve Hariri suikastı oldu. 14 Şubat 2005’de 22 kişinin de ölümüne neden olan suikastte dönemin Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri de öldürülmüştü.

Bu suikastın ve Suriye’nin bölgeyi terk etmesinin getirdiği otorite boşluğunu İran çok iyi kullanmış ve Hizbullah’ı desteklemek suretiyle Lübnan’daki etkinliğini arttırmıştı.

Ancak Lübnan iktidarında Sünnilerin güç kazanması ve Hizbullah’ın genişlemesine karşı önlemler almaya başlanması Hizbullah’ın öfkesinin Sünnilere yönelmesine sebep olmuştu. Ve Hizbullah Beyrut’un Sünni bölgelerini ele geçirip burada silahlı hâkimiyet kurmakta geç kalmamıştı.

Hizbullah’ın Sünnilere yönelik saldırıları ve baskıları Arap Birliği’nin Doha’da toplanmasına sebep olmuş ve bu toplantıda Hizbullah’ın Lübnan Meclisi’ndeki sandalye sayısı arttırıldığı gibi silahlı olmalarına da göz yumulması kararı alınmıştı.

ABD ve İsrail de zamanla güçlenen Hizbullah’ı silahsızlandırmak, yok etmek için yoğun bir çaba sarf etmiş, ancak bu durum Hizbullah’ın daha da güçlenmesini sağlamıştı.

Her ne kadar ABD  ve İsrail’in Hizbullah’ı bir terör örgütü olarak görse de Hizbullah zamanla örgüt düzeyinden siyasi bir aktöre dönüşmesini bilmiş ve 90’lardan bu yana da Lübnan siyasetinde etkili olmuştur.

Tabi Hizbullah bu dönüşümün yanında İran’a hizmet eden, İran’ın bölgedeki çıkarlarını koruyan İran’ın  milis gücü olmaktan da kendini kurtaramamıştır; kurtarma derdi de olmamıştır. Zaten Hizbullah kısa sürede varlığını adeta İran’la özdeşleştirmiştir. Ve  İran‘ın, Devrim Muhafızlarından 1500 kişiyi Hizbullah saflarına katması Hizbullah’ın İran’sız varlığını sürdüremeyeceği anlamına da geliyordu.

Hizbullah’la İran arasındaki ilşki başlangıçta “çıkarlar” doğrultusunda şekillenirken bu ilşki zamanla “değerler” noktasında da şekillenmeye başlamış ve Hizbullah adeta İran’ın “düşmana karşı” "dış surları” görevini görmüştür.

İlşkilerinn “değerler” noktasında gelişmesi; Hizbullah’la İran’ı, konjonktürel ittifak birlikteliğine yöneltmekten ziyade  et ve kemik ilişkisiyle birbirine bağlı hale getirmiştir. Yani bu  ilişki İslam Devrimi öncesi ve sonrası ABD ilişkilerine benzememektedir.(Devrimden önce ABD’nin sadık müttefikiyken İran,Devrim’den sonra İran, ABD’yi “Büyük Şeytan” olarak nitelemişti.)

Meselenin İslam Dünyası yönüne bakacak olursak;

Ortadoğu’yu “Siyonizm ve İslam” olarak  iki kutuplu mücadelenin alanı olarak düşünürsek bu oluşum en fazla İslam dünyasına zarar vermişti. Çünkü ayrılıklar daha da derinleşmişti.

1916 Sykes-Picot’un amacına hizmet eder gelişmelerdi bunlar. Zira Hizbullah’ın etkinliği “Sünni devletleri” oldukça rahatsız etmeye başladı ve bu gün Ortadoğu’nun diğer “kutbuna” yönelik bir birleşmeyi imkansız kıldı. Zira “İran’ın kendi ülkelerindeki Şiî nüfus üzerindeki etkisini kendi rejimlerinin güvenliği açısından tehlikeli görmüşlerdi.”

Hizbullah’ın 2000 yılında İsrail’ karşı kazandığı zafer Hizbullah’ın ve Nasrallah’ın popülaritesini arttırsa da Sunni nüfusa sahip Arap Devletlerini daha da endişelendirmişti.

Nasrallah da zaten bu zaferden sonra yaptığı teşekkür konuşmasında hiçbir Sünni Devleti ağzına almamış ve sadece İran’la Suriye’nin katkılarından bahsetmişti.

Hizbullah’ın Lübnan, hatta Arap Dünyası’ndaki etkinliğinin zirveye ulaştığı gelişme de 12 Temmuz 2006’da İsrail’in 33 gün süren ve sonrasında geri çekilmeye mecbur bırakılan Lübnan (Güney Lübnan)işgaliydi.

Bu gelişme ya da zafer Arapların İsrail’e karşı kazandığı ilk savaş olarak tarihe geçti ve   bu  zaferle Hizbullah, bölgede İsrail’e karşı direnebilecek tek silahlı aktör olarak görüldü. Dahası; Bu “zaferle”, Hizbullah’ın mezhepler üstü popülaritesi arttı; öyle ki Filistinli şair Mahmut Derviş bile methiyeler düzdü..

Ama kendilerini bulunduğu yerlerde tek otoriter olarak görmeye başlamaları fazla zaman almayacaktı. Bu noktaya geldiklerinde İsrail’ karşı verdikleri mücadelede gördükleri desteğin tamamını alamayacaklalardı; bu onları özellikle Lübnan’daki Şii dışındaki halka karşı şiddete meylettirecekti.

 Özellikle Suriye’de Beşer Esed Rejimine yönelik ayaklanmalara karşı Suriye rejiminin yanında yer alacak ve adeta “isyancı” avına çıkacaklardı. Çünkü İran, Suriye’deki rejimin varlığını kendi çıkarları ve bekası için hayati olarak görecekti ve Hizbullah da isyancıların başarılı olması durumunda İran’la bağlantılarının kopmasından endişe ediyordu.

Hizbullah’ın Esed rejiminin yanında yer alan duruşu onun politikalarını sorgular hale getirmişti, çünkü Hizbullah bu aşamaya kadar ezilenlere karşı zalimlerle savaşı temel referans olarak görmüştü ancak bu  noktada mazluma karşı “zalimin” yanında yer aldığı görülmüştü. Zaten Şiiliğe yönelik sembolleri her daim ön planda tutmaları Sünnilerin onlara karşı şüpheyle bakmasına sebep oluyordu.

Bir zamanlar Müslümanların tamamını kucaklamayı şiar edinen ya da öyle görünen Hizbullah artık Şii dışında kalan büyük kitle tarafından hoş karşılanmamaya başlamıştı. Bu nahoşluğun en bariz örneğini Filistinli yaza Gazi Tövbe’nin “Maske Düştü ve Hizbullah’ın Yüzü Görüldü” makalesinde görmek mümkün.

Gazi Tövbe makalesinde Hizbullah’ın Suriye rejimine yönelik desteğini “çelişki” olarak nitelendirmişti. Çünkü ona göre Suriye’deki rejim seküler ve laik Hizbullah  ise referansı İslam olan dini bir partiydi ve bu Hizbullah’ın kendi içinde yaşadığı büyük çelişkilerden sadece biriydi.

Velhasıl “Hizbullah’ın Suriye iç savaşındaki çelişkileri, bölgedeki Hizbullah algısını olumsuz etkilemişti. Filistin meselesini savunan, İsrail karşısında başarılar elde edip Sünni Arap dünyasındaki ününü arttıran Hizbullah’ın Suriye iç savaşındaki tutumu nedeniyle algısı değişmişti. Hizbullah Suriye’de bir terör örgütü olarak görülmüştü artık. Bölgede İran karşıtı bir örgüt olarak kurulan Körfez İşbirliği Konseyi 2016 yılında Hizbullah’ı terörist grup olarak ilan etmişti.”

Yani Sünni Müslüman Devletlerin Hizbullah’a yönelik destekleri neredeyse tamamen kesilmişti. Sünni Müslüman Devletleri arasında  Hizbullah’ın “karizmasını” yerle yeksan eden etkenlerden biri Esed Rejimiyle birlikte olup hak adalet eşitlik arayan Sünni Müslümanlara yönelik saldırılarının yanında Lübnan’daki Sünnilere yönelik saldırılarıdır.

Son tahlilde; devir Müslümanların hiç olmadığı kadar birlikte hareket etmeye ihtiyaç duyduğu bir devirdir. Her kim hangi mezhepten olursa olsun Siyonizm’e ve emperyalizme  karşı birliktelik her zamankinden daha öncelikli ve daha önemlidir.. Vesselam..

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..