Fransızların Yahudilerle imtihanı-Drayfus Olayı

Fransızların Yahudilerle imtihanı-Drayfus Olayı

1892’de adeta antisemitizminin (aslında bu kavramı kullanmamak lazım;zira Siyonizm’in meşruiyetini perçinleştiren bir kavram ancak bir şeyleri ifade etmek adına kullanmaktan başka bir yol yok gibi..) yayın organı gibi çalışacak olan bir gazete kurulmuştu Fransa’da: La Libre Parole.

La Libre Parole gazetesi Fransa’da Panama skandalından tutun da bir çok skandalı cesurca yazan sosyalist bir çizgide yayın yapan bir gazeteydi. Gazetenin Yahudi düşmanlığı o kadar fazlaydı ki bağışçılarını tanıtım şekilleri bile antisemitik cümleler içeriyordu.

Örneğin; “Yahudileri fırınlarına koymak isteyen bir aşçı tarafından 5 frank, tüm Yahudileri ve Masonları yok etmeyi hararetle isteyen bir papaz tarafından 2 frank, son Yahudi için neşeyle bir Reguiem(ayin) söylemekten mutluluk duyacak olan Poitou’nun papazından 6 frank..” gibi

Zaten gazetenin patronu Édouard Drumont'un kendisi, Fransa'daki antisemitik hareketin başlangıcı olarak kabul edilen "La France Juive" adlı bir kitap bile yazmıştı.

Bu gazete o dönemde Fransız askeri makamlarınca gizli tutulan bir olayı ilk kez açığa çıkarmasıyla ün kazanmıştı. Bu olay “Dreyfus Olayı”idi. Olayın kahramanı Emile Zola’nın bile, yeniden yargılanması için mücadele ettiği Fransız Yahudi’si topçu subayı Yüzbaşı Alfred Dreyfus’tu.

Yüzbaşı Alfred Dreyfus vatana ihanetle suçlanıp tutuklanarak hapse atılmıştı. Bu olay ilk kez La Libre Parole’de yazıldığında Fransız toplumu “Dreyfus yanlısı ve karşıtı” olarak iki kampa ayrılmıştı.

Olay şöyleydi:

1894 güzünde Paris'teki Alman Askeri Ataşesi'nin çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren bir not bulunur. Yüzbaşı Dreyfus'un casus olduğu dedikodusu Genel Kurmay'dan basına sızdırılır.

 Irkçı Yahudi düşmanlığıyla bilinen  La Libre Parole Gazetesi Yahudi subay Dreyfus'un casuslukla suçlandığını duyurur. Ancak yazının Dreyfus'a ait olduğunun kanıtlanması kolay değildir.

Görevlendirilen bilirkişi, nottaki yazının Dreyfus’un el yazısına hiç benzemediğini söyleyince, istenen yanıtı verecek yeni uzmanlar bulunur.

 Tamamen “siparişle” hazırlatılan raporlara dayanılarak, Dreyfus'a karşı vatana ihanet suçlamasıyla dava açılır. Bu raporların suçlunun cezasını çekmesine yetmeyeceğini düşünen İstihbarat Müdürü Albay Sandherr, Dreyfus'un suç dosyasını kabartmak için düzmece belgeler hazırlatır.

Binbaşı Henry sanığın yazısını taklit eder; Binbaşı  Armand du Paty de Clam da bunları açıklayıcı bilgilerle donatır. Savaş Bakanlığı bu dosyayı gizli damgasıyla askeri mahkemeye ulaştırır.

Savcı, iddianameyi bazı varsayımlara dayandırır: "Dikkat çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması, fazla kültürlü olması, çok iyi Almanca bilmesi gibi özellikleri nedeniyle Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişidir. Sanığın gittiği savlanan yerlerden getirilecek olası tanıklar kuşkulu kimselerdir”.

Dava sırasındaysa tanıklıklar ciddiyetten yoksun, hatta gülünç bir biçimde yapılır.

.Kapalı oturumlarla sürdürülen hızlı bir yargılama sonunda, Dreyfus vatana ihanet suçundan mahkum olur. Yaşam boyu cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na yollanacaktır.

 Ancak daha önce bir muhafız, halkın önünde, hainin üniformasındaki apoletleri, düğmeleri söker; kılıcını kırar. Halk, bu aşağılama törenini "Yahudiler'e ölüm", "haine ölüm", "kahrolsun Yuda" sloganları atarak izler.

Dreyfus Şubat 1898'de Şeytan Adası'na gönderilmek üzere gemiye binerken de taşkınlıklar sürer.

Tabi ailesi karşı davalar açarak ve de “karşı kamuoyu” oluşturmaya çalışarak mücadeleye başlar.Ancak La Libre Parole Gazetesi haricinde büyük gazeteler de daha fazla tiraj için Drayfus’u hain olarak manşetlere taşır.

Bu arada bir gazete Dreyfus'un suçunu kanıtlamak için mahkemeye sunulan gizli dosyadan bahseder. Halkı mahkuma karşı kışkırtmak için de olsa bu dosyadan söz edilmesi, Dreyfus ailesine yarar sağlar.

Aslında Genel Kurmay da zaman geçtikçe Drayfus’in suçsuzluğuna yönelik kanaat oluşur ama ok yayadan çıkmıştır ve geri adım Fransız Genel Kurmay’ının prestijini sarsacaktır. Çünkü Fransa’da etkinliği gittikçe artan ırkçı ve de antisemitik hareketler vardır ve bunları etkinliği siyasette oldukça belirleyicidir.

1880 ile 1886 yılları arasında her ne kadar Fransa’da laikliği güçlendirmek için Başbakan Jules Ferry tarafından  eğitim reformu yapılsa da ordu tamamıyla kiliseye bağlıdır ve kilise Yahudi düşmanlığında ön safadır.Yani Dreyfus olayın sırasındaki Savaş Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı koyu Katolik’tir.

Bu olay sürerken yeni skandalları ortaya çıkması Dreyfus’in bahtsızlığıdır, çünkü çıkan skandallarda Yahudilerin parmağının olduğu söylentisi hızla yayılmaktadır. Mesela Union Generale adlı bankanın 1882 yılında batmasının atında Yahudi komplosunun izleri aranmaktadır. Yine, Yahudilerin ön ayak olduğunu düşündükleri “Panama Kanalı skandalı” henüz çözüme kavuşmamıştır.

Skandallardan sonra Cumhurbaşkanı Grevy’in yerine  gelen Sadi Carnot’un suikastla öldürülmesinin altında yine Yahudilerin parmağı aranır.

Ancak zaman geçtikte Dreyfus’a sahip çıkmalar başlamıştır. Bu “sahiplenmelerin” en önemli isimlerinden biri  Drayfus’un haksız yere mahkum edildiğini düşünen dünyaca ünlü edebiyatçı Emile Zola’dır.

Zola dönemin iktidarlarının tüm baskılarına rağmen Drayfus’u canla başla savunmuştur. Verdiği mücadeleyi "adalet ve gerçek"  olarak tanımlayan Zola Drayfus’u kahraman olarak niteler ve onun için “Bu kahramanın karşısında, ‘kampanyaların en çirkini ile çileden çıkarılan bir kamuoyu’, satışlarını artırmak için ‘kışkırtıcı davranan’ bir basın, ‘bu çılgınlığı körükleyen’ ‘budalaca’ bir bağnazlık vardır” der.

Esasında mücadeleyi kaybedeceğini bilen Zola bir savunmasında  sık sık “Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramayacak" sözünü yüksek sesle dile getirir.

Bu arada Fransız hükümeti Dreyfus’u savunan herkesi “çeteci” olarak yaftalar ve Zola da bunun üzerine  Aralık 1897'de "Lonca"yı yayımlar. Bu eserinde hükümetin bu kararını sahiplenerek manşetlere taşıyan basına yüklenir.

Zola bu eserinin bir bölümünde “Haine şeref kazandırmak" ve "Fransa'yı boğmak" için "hayasızca" kurulan bir lonca vardır. Ne tuhaftır ki, bu örgütten para almakla suçlananlar hep namuslu bilinen kişilerdir” şeklinde bir ironi yapar ve bu cümle  Drayfusçular arasında ciddi eğlence haline dönüşür.

Zola’nın Drayfus davasında adeta varını yoğunu ortaya koyarak mücadele etmiştir. Bu mücadele adeta onu ulusal kahraman yapmıştır ama bu kahramanlık yakıştırması ölümünden sonra olmuştur. Çünkü sağlığında  vatan hainliğiyle, satılmışlıkla suçlanmış, kışkırtıcı basın Dreyfus davasını kendi reklamı için kullandığını yazmıştır.

Her ne kadar sağlığında mücadelesinin olumlu geri dönüşünü alamazsa da ölümünden sonra onun adalet ve insan haklarına yönelik fikirleri destansı şekilde anlatılagelmiştir.

Fransa’da Yahudi düşmanlığının zamanla azalmasının başlangıcında Zola’nın Drayfus Davası’na dahli ve bu davada gösterdiği cesaret ve mücadele önemli yer tutar.

Peki Drayfus’a ne oldu?

Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa'ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti.

Yedi yıl sonra 1904 yılında Yargıtay Genel Kurulu, Savaş Bakanı General André'nin isteği üzerine davayı yeniden ele aldı. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca üstün hizmet  nişanı verildi. Dreyfus, Birinci Dünya Savaşı'nda orduya hizmet etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris’te öldü.

 

 

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..