20 Kasım 1979-Kâbe Baskını..

 

20 Kasım 1979-Kâbe Baskını..

Bundan 45 yıl önceydi..Tarihler 1979 Kasım’ın 20’sini gösteriyordu. İslam Dünyası bir çok kez kan deryasında yüzmüştü ama bu tarihte yaşananlar ‘ilk’ti. Çünkü kan deryası bizzat İslam Dünyası’nın en kutsal mekânı olan Kâbe ve etrafında yani Mescid-i Haram’da akıp gitti.

Sabah namazı için on binlerce kişi avluda toplanmıştı.O  atrihte de Dünya’nın çeşitli yerlerinden Hac vazifesini yerine getirmek için 50 bin kişi Mescid-i Haram’a akın etmişti.

Bu devasa kalabalık içinde liderliğini Cuheyman el Uteybi’nin yaptığı 200 kişilik bir gurup sinsi planlarını devreye sokmak için zamanı beklemişlerdi. Ve nihayet zaman geldiğinde Uteybi anidnen imamın yanına gidip onu sertçe kenara etmiş ve mikrofonu eline almıştı.

Avlunun ortasında üzerleri kapalı tabutlar vardı. Herkes “galiba cenazeler için bekletiliyor” diye düşünürken  Uteybi’nin mikrofonla verdiği bir işaretle tabutların içinde saklanmış uzun ve ksıa menzilli  silahlar hızlıca Uteybi’nin adamları tarafından paylaşıldı.

Uteybi’nin adamlarından biri  mikrofonu alarak önceden hazırlamış oldukları metni okumaya başladı.Metinde “Müslüman kardeşlerim, bugün Mehdi'nin gelişini ilan ediyoruz… Adaletsizlik ve baskı altındaki dünya artık Mehdi'nin eliyle adil bir şekilde yönetilecek." Şeklindeki cümle birkaç kez tekraren okundu.

İslam Dünyası’nda Mehdi’inin gelişi meselesi önemli yer tutuyordu ve istismara da oldukça açık bir konuydu. Nitekim Uteybi’nin adamları Uteybi’yi mehdi olarak kalabalığa sunmakta gecikmediler. Özellikle adamlarından Halid el Yami "Mehdi'nin geldiğine alamet eden çok sayıda emare görüldüğünü" söyleyip çevresinden ve anlık olaylardan örnekler veriyordu. Bu örneklerden biri de yüzlerce kişinin rüyasında Mehdi’nin gelişini gördüğü idi. Nitekim o yüzlerce dedikleri kişiler de Uteybi’nin 200 kişilik adamlarından başkaları değildi.

Peki Mehdi için kimi işaret ediyorlardı?

Bu sorunun cevabını kalabalığı uzun süre merakta bırakmak için bilinçli olarak vermiyorlardı. Meraklar ve ilgiler kendini gösterdiğinde o ismi açıkladılar: Muhammed el Kahtani.

El Kathani de Uteybi  ile beraber Kâbe’ye baskın düzenleyenler arasındaydı. Söylenenlere göre Uteybi’nin de damadıydı.

Uteybi Mehdi ile ilgili konuşan adamının sözlerini sık sık kesip adamlarına  Kâbe'nin kapılarını kapatmaları ve keskin nişancıların o dönem tüm Mekke'ye hâkim olan minarelerdeki pozisyonlarını almaları için emirler veriyor ve emirleri defalarca tekrarlıyordu.

Örneğin ses kayıtlarının birinde "Kardeşlerim, dikkatli olun! Ahmed el Lehebi, çatıya çık. Kapıda direnen birilerini görürsen, vur hepsini!" şeklinde emir verdiği duyulmuştu.

Görgü tanıklarına göre, Mehdi'ye bağlılığını ilk bildiren Cuheyman el Uteybi oldu. Onu hemen diğer adamları izledi. Avludan "Allahu Ekber!" nidaları yükseliyordu.

Uteybi’nin 200 kişilik adamları saatler geçtikçe 500’e kadar çıkmıştı. Bu sayının artmasında orda onlara inanalar mı etkiliydi yoksa avlu dışında bekleyen adamları mı içeri girmişti o bilinmiyor.

Okadar donanımlıydılar ki hükümetin kimyasal silah kullanma ihtimaline  karşı gaz maskelerini dahi yanlarında getirmişlerdi.

Uteybi’nin militanları gözdağı vermek için sopalı güvenlik güçlerinden ikisini öldürmeyi tercih ettiler ve öldürdüler. (Mescid-i Haram’da silah bulundurmak yasak olduğundan güvenlik güçleri tahta coplarla gezerlerdi)

Kalabalıktan her ne kadar “yaşasın Mehdi!” sloganları yükselse de geneli bir terör baskınına verilen tepkiyi vermekten çekinmemişlerdi. Ve onarlın tepkisi “yaşasın Mehdi” sloganını bastırmaya yetmişti. E çünkü Mescid-i Haram'da şiddetin her türlüsü kesinlikle yasaktır; bir bitkinin kökünden sökülmesi bile uzun izin sürecini gerektirirdi.

Kendilerini El-Cemaat-ül-İslamiyye örgütünden olduklarını söyleyen ve “Suudi Arabistan'da dini ve toplumsal değerlerin yozlaştığını” savunan  isyancıların tüm avluyu kontrol altına almaları bir saati buldu. Bunlar Selefi idi. Ve Kuran’ın hiç ir şekilde yorumlanmadan inanılması gereken kutsal bir kitap olarak görenlerdi. Ve yine onlara göre her türlü “Batılılaşma eğilimi” dinden çıkmayı gerektirirdi ve tek rehber Kuran-ı Kerim’di.

İşte Suudi Arabistan’da o dönemde dahi sosyal ev dinsel hayattaki ufak bir değişim Selefi gurupları harekete geçirmeye yetmişti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkenin “petrodolar” deposu haline gelmesi ve refah seviyesinin katlanması ister istemez yaşamsal değişimlere de sebep olmuştu ve u değişimin işaretleri dahi bu gurupları oldukça rahatsız etmişti.

Nelere tepkileri yoktu ki; kadınların özgürleşmesine, televizyon ve pasaportların varlığına, futbolcuların kısa şort giymesine ve krallığın üzerinde hükümdar resmi bulunan banknotlara..

Ama ilginç bir detay vardı;Uteybi’nin kendisi kısa zaman önce uyuşturucu kaçakçısı idi. Bunu kendisi itiraf etmişti. Hatta daha kötü işlere de bulaştığını söylemiş ancak günahlarından dolayı af dilediğini de eklemişti itirafına. Ve daha sonra Ulusal Muhafızlarda yaklaşık 20 yıl hizmet etmişti. Aksanı şehirde yaşayan Araplar için çok da albenisi olan bir aksan değildi. Tamamıyla bedevi aksanıyla konuştuğundan konuşmayı fazla tercih etmemekteydi.

Ona göre Mescid-i Haram'ın ele geçirilmesinin, tüm ülkeyi günahlardan ve her şeyden önce kötü Suudi hanedanından temizlemenin ilk adımıydı.

Yetkililer caminin ele geçirildiğini, caminin tadilatını yapan şirketin çalışanlarından birinin genel merkezi araması sayesinde öğrendi.

İlk başta, polis olayın boyutunun hiç farkına varmadı ve bir çeşit arbede olduğundan şüphelenerek soruşturma için arabalarla birkaç devriye gönderdi.. Ancak camiye yaklaşmaya çalışırken otomatik silahlardan yoğun ateş altında kaldılar ve bunun gerçek bir isyan olduğu ortaya çıktı.

Daha sonra İçişleri Bakanlığı çalışanlarından yüze yakın bir grup saldırıya gönderildi.Ancak ABD Büyükelçiliği temsilcisi Mark Hambly’in dedii gibi “hemen öldürüldüler, çünkü Camiyi ele geçiren nişancıların çok iyi silahları vardı, Belçika tüfekleri çok iyi kalibredeydi.”

İsyancıların saldırılarını iyi planladıkları ve onları devirmenin kolay olmayacağı ortaya çıktı. Mescid-i Haram'ın çevresini kordon altına alarak, özel kuvvetler ve zırhlı birlikleri çağırdılar.

Akşam Mekke şehri boşaltıldı ve saygın Suudi alimler (ulema) cami içinde askeri güç kullanılmasına izin veren bir fetva yayınladı.

Çatışmanın ikinci gününde Suudi ordusu ana kapıya önden saldırılar düzenledi.

İçerideki sivil hacılardan biri, "Minarelere yönelik topçu ateşini, sürekli havada uçan helikopterleri ve savaş uçaklarını gördüm" demişti.

İki gün boyunca dalga dalga askerler camiye girmeye çalıştı ama her defasında keskin nişancılar tarafından ağır kayıplarla geri püskürtüldüler.

noktada savunmacılar içerideki şilteleri ve lastikleri ateşe vererek “kalın bir sis perdesi oluşturarak savaşı kaosa dönüştürdü.” Aynı zamanda isyancılar, Mekke sokaklarındaki hoparlörlerden isteklerde bulunarak , ABD'ye petrol ihracatının sona erdirilmesi ve tüm yabancı sivil ve askeri uzmanların Arap Yarımadası'ndan sınır dışı edilmesi çağrısında bulunuyorlardı.

Ancak bir devletle baş etmek öyle kolay değildi. Nitekim tanksavar füzeleri ve topçu silahları, keskin nişancıları minarelerden vurmaya başladı ve zırhlı personel araçları kapıları kırmayı başardı. 

Ortalık kan gölüne dönmüştü adeta. İsyancılara yeteri kadar sabreden Suudi Devleti acımasız bri şekilde bu isyanı bastırmaya karar vermiş ve önüne çıkan isyancılara da acımamıştı. Bir görgü tanığının dediği gibi ““Ölü insanların veya çürüyen yaraların kokusuyla çevriliydik. İlk başta hala su vardı ama daha sonra onu paylaştırmaya başladılar. Daha sonra hurmalar bitti ve çiğ hamur topları yemeye başladılar.Korku filmi gibiydi.”

İsyancıların yüzlercesi yer altındaki sığınağa kaçmıştı ama teslim olmaya da niyetleri yoktu. Askerleri bu yeraltı sığınaklarda yok etme planları yapmaktaydılar. Ancak Suudiler Fransızlardan yardım istemiş ve Fransız özel kuvvetlerine mensup uzmanların yönlendirmesi ile sığınaklar büyük oranda isyancılardan temizlenmişti.

Çatışmaların sonunda Mescid-i Haram'da ve çevresinde toplamda en az 255 ceset bulunuyordu ve bunların en az 127'si güvenlik güçlerine aitti.

Suudiler en kutsal mekanda kan akıtan ve canlı yakalanan isyancılara en ufak bir merhamet göstermediler ve bir ay sonra canlı yakalanan 63 isyancının başı şehrin sokaklarında halka açık bir şekilde kesildi. İlk başı kesilen kişi Uteybi idi.

Şimdi bu olaydan hareketle Suudi Arabistan’ın “modernliğe” açık bir devlet yapısı olduğunu ve bunun günümüze kadar artarak devam etmesi gerektiğini  ama durumun hiç de öyle olmadığını yani Avrupa’nın o “modernliği”nden uzak olduğunu düşünüyor olabilirsiniz..Netice de isyan modernliğe karşı çıkan bir isyandı..

İşin ilginç yanı da bu.. Buradaki paradoks, isyancıların kaybetmesine rağmen yetkililerin onların taleplerini büyük ölçüde yerine getirmesidir. Bunu isteyerek ay da istem dışı yaptılar ama durum böyle. Mesela Uteybi kadın TV sunucularına öfkeliydi. Ama isyandan sonra Suud-i Arabistan’da uzun yıllar kadın TV sunucusu göremedik. Ayrıca Z şeriat kuralları daha da katılaştı, toplumun modernleşmesi neredeyse durdu.

Bunun en büyük sebeplerinden biri de muhtemelen Suud hanedanı İslam’ın  toplum üzerinde ne denli etkili olduğunu görmesi ve politikalarını ona öre belirlemesi olabilir.. Yani daha kolay ve sorunsuz hüküm sürmek için İslam’ı kullanmak çok daha akıllıca bir yol olsa gerekti onlar için.

İşte insanı ve insanı yaşatmayı temel felsefesi yapan bu büyük İslam dini son 300 ylıldır devlet bazında hüküm sürenlerin çıkarları için, kişi bazında da bencil ihtiraslar ve çıkarlar için rahatlıkla kullanılagelmiş bir din olmuştur maalesef..

.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..