.. İsrail yayılmacılığı Orta Doğu’yu özüne döndürebilir..

 

.. İsrail yayılmacılığı Orta Doğu’yu özüne döndürebilir..

Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra İngiltere ve Fransa Ortadoğu’da kukla devletleri oluşturmuşlardı. Bu kukla devletlerin kukla liderleri üzerlerine düşen görevleri gayet muntazam şekilde yerine getiriyorlardı. Kendileri saltanat sürerken coğrafya halkı bir trajedinin içine sürükleniyordu.

Osmanlı Devleti, İngiliz diplomat Sykes ile Fransız diplomat Pico'nun vardığı anlaşmalara göre bölünmüştü. Sykes-Picot Anlaşması daha sonraki birçok sorunun ve bu trajedinin temeli oldu.

Aslında bu anlaşmalar Araplardan, özellikle de Müslümanların kutsal mekanları olan Mekke ve Medine'ye yasal olarak sahip olma hakkına sahip olan Haşimi hanedanından gizlenmişti. Haşimi hanedanı bu haberdar olmadığı  bir anlaşmanın “yürütücüsü” ya da “yürütme organı” konumunda idi. O nedenle İngilizler tarafından dindaşları Osmanlı’ya karşı kışkırtılmış ve bu girişim sonuç vererek hanedanın “yürütme organı” olarak ilk görevi başarıyla yerine getirilmişti.

Osmanlı’nın bir “ulus”devleti olma özelliğinden uzak olması bu devlette sadece Arapların değil bir çok azınlığın isyanlarının başarılı olması için uygun bir zemin “yaratmıştı.” Ulus Devleti olması zaten söz konusu da olamazdı zira Türkler de dahil her milletten “azar azar” vardı. Yani açıkçası Türk olarak bildiğimiz Osmanlı’da genel olarak bakıldığında Türk nüfusu da diğerleri gibi azınlıktaydı.

Bu nedenlerden dolayı Osmanlı hiçbir zaman Avrupa-i bir milliyetçilik yapısında olmadı, olamazdı da..

Bunun yerinde “millet” sistemi vardı ama bu millet sistemi de “modern anlamda” bildiğimiz sistemden uzaktı;sistem, din ayrımına göre işlemekteydi zira. 19. Yüzyılla birlikte kullanılan “millet” Osmanlı’da uygulanan “millet sistemi”nden epey farklıydı.

Bu noktada özellikle 19.Yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun devasa topraklarını parçalayıp yutmak isteyen Avrupalıların işi oldukça kolay oldu. Çeşitli uluslar “yaratıp” bu ulusların siyasi ve sosyal çekişmelerinin getireceği sonuçları izlemeye koyuldular.

Mesela, size belki grip gelecektir ama “Türk ulusu” kavramını ortaya atıp karşısına da “Arap ulusu”nu konumlandırdılar ve Türklerle Araplar günümüze kadar hiçbir zaman samimi iyi niyetli ilişkiler içine giremediler. Bu, Avrupa’nın plan ve programlarının bir sonucuydu.

Tabi Osmanlı’da yaşam sürdüren diğer milletler içinde bu plan takır takır işledi; Ermeni, Kürt, Fars ve Yahudi vs..

Ortadoğu’ya ayrı bir önem veren Avrupalılar mitolojik bir motivasyonla hareket etmeleri de aslında bilinçli ve yüz yıl sonrasının hesaplanmış bir planıydı. Bu mitolojik motivasyon için en uygun millet de Yahudiler oldu. Zira her kutsal kitapta Yahudilerden söz edilir ve İncil'de de Yahudilerin yüzyıllar önce bu topraklarda yaşadığından bahsediliyordu. Bu, o toprakalrın Yahudilere ait olduğu fikrini yaymalarına ve o toprakları Yahudiler aracılığıyla kontrol etmelerine fırsat tanıyacaktı ve nitekim öyle de oldu.

Ama bunun için biraz çabalamaları gerekecekti. Çünkü Yahudiler de tek bir halktan oluşmuyordu. Bunun içinde Roma tarafından Avrupa’ya sürgün edilen Aşkenaz Yahudilerinden tutun Elhamra Kararnamesi ile İspanya’dan kovulan ama öncesinde yine Roma tarafından buraya sürgün edilmiş olan Sefarad Yahudilerine, herhangi bir devlet ya da toprak sahibi olmak istemeyen, miras olarak sadece İsrail'in Tanrısı “Rabb”ı kabul ededen Levlilere kadar bir çok farklı düşünce ve inanca sahip Yahudileri birleştirmek çok zordu.

İşte bu noktada “Siyonizm” kavramını devreye aldılar ve Yahudilerin toprak sahibi olmasına inanan tüm Yahudi milletlerini “Siyon” bayrağı altında toplamaya başladılar. Tabi bu toprak Avrupa’da olmayacaktı. Avrupa’da bir Yahudi Devleti’ne yer yoktu. Olması gereken coğrafya Ortadoğu’ydu. Ne de olsa “Rabb”ın vaadi vardı. Ve bu konuda Rothschild’in  liderliğine ihtiyaç vardı.

Peki Ortadoğu’da ve Filistin’de durum neydi?:

Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Filistin, Haşimi emirine İngiliz himayesi altında tek bir Arap emirliği kurulması yönünde söz verilmiş ancak son kertede İngiliz mandası olmaktan kurtulamamıştı. Aslında Haşimi hanedanı kandırılmıştı. Aldatıldıkları başka bir nokta da Kudüs gibi kutsal yerleri içinde barındıran Filistin’in bu hanedan sınırlarına dahil edilmeyişiydi.

Bu kandırmacanın en somut örneği de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour’un yayınladığı deklarasyonda kendini göstermişti. Bu deklarasyonda Filistin'in "Yahudi halkının ulusal evi olabileceği" ifadesine yer verilmişti.

Aslında bu bölgede ilk etapta tek ulustan bahsedilmemişti; ta ki 2.Dünya Savaşı’na kadar.

İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Filistin'e göç azdı çünkü Yahudilerin Polonya, Almanya, Ukrayna veya Fransa'daki ana topraklarını terk etmeleri için hiçbir neden yoktu.

Ancak Nazilerin gelişi ve Holokost durumu değiştirdi.

Naziler Rusya, Ukrayna, Polonya, Almanya ve Macaristan'da yaşayan birçok Avrupalı ​​​​Yahudiyi adeta yok etti.

 Hayatta kalanlar kendilerini, sevdiklerinin toplama kamplarında buldular ve korkunç muamelelere maruz bırakıldılar. İşte Siyonistler bundan iyi yararlandı ve bu da Filistin bölgesinde İsrail'in “yaratılmasına” yol açtı.

1947'de ABD Başkanı Harry Truman da bu fikri benimsemişti. Siyonist lobi, evanjeliklerin söylemleri  ve Churchill gibi İngiliz çıkarları için Amerika ile rekabet eden İngiliz liderler Truman’nı bunu benimsemeye itmişti.

Yani bilinenin aksine İsrail Devleti’nin  fiilen temelini atan kişi Truman'dı;ve İsrail fiilen Ortadoğu'da bir Amerikan ileri karakolu haline geldi.

Amerikalıların silah ve istihbarat desteği ile İsrail  1967’de Altı Gün Savaşı'nda İsrail ilk olarak Mısır, Suriye ve Ürdün'e saldırarak Gazze, Batı Şeria ve Golan Tepeleri'ni işgal etti. Tabi bu başarı İsrail’den ziyade Amerika’nın başarısı olacaktı.

1973’de İsrail aslında bir çöküntünün eşiğine gelişti. Zira Sovyetlerin yardımıyla Mısır İsrail’e ciddi anlamda bir darbe vurmuştu ama halen nedeni bilinmeyen bir sebeple Mısır lideri Sedat bir anda saldırılarını durdurmuş ve İsrail yıkıntının eşiğinden dönmüştü.

Velhasıl İsrail günümüze kadar genişleye genişlemeye geldi. Ama işin Yahudiler açısından çok önemli olumsuz bir yanı var:

İsrail’in ortaya çıkmasından önce İslam Dünyasında, Bağdat’ta,Şam’da,Mısır-İskendireye’de ve bir çok yerde yaşayan Yahudiler huzurluydular ve barış içinde yaşamaktaydılar. Ama İsrail’in kurulması  bu barış ve huzur dengesini onlar aleyhine alt üst etti. Ve dünyanın hiçbir yerinde Yahudilere iyi, saf bir göz veya düşünceyle bakılmadı.

Yani;İsrail'in kuruluşundan önce Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar İslam dünyasında bir arada yaşıyor, kültürel ve dini diyaloğu sürdürüyorlardı. Batılıların ulus devletlere dair düşünceleri ve bu bölgede öne sürülen anlatılar, Yahudi-Hıristiyan-İslam medeniyeti diyebileceğimiz yerleşik düzeni bozdu.

Kendilerini sevmeyen sadece Müslümanlar olmadı, Hristiyanlar da Yahudileri sevmemeye başladı. İlginçtir; Filistin hareketine destek evrenler ilk etapta Hristiyanlar oldu. Hatta  Filistin komünist örgütlerinin çoğu Hıristiyanlar tarafından kuruldu. Örneğin Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin kurucusu Georges Habaş bir Hristiyan’dı.

Siyonizm hedefine ulaştıktan sonra dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan her hangi bir Siyonist için yaşadığı yer asla onun anavatanı olmadı. Oraları sahiplenme duygusu asla taşımadılar. Sadece yaşadıkları yeri birer zenginlik kaynağı olarak görüp” ısırarak ne kadar parça koparabiliriz”in peşinde oldular. Bu, Rusya’daki Siyonist Yahudiler için de,Türkiye’dekiler veya Avrupa’nın her hangi bir yerinde yaşayan Siyonist Yahudilerin tamamı için geçerli bir anlayıştır. Isırdıkları her parçayı da paketleyip direk İsrail’e gönderirler.

Nazizm’le bire bir özdeşleşen bu tehlikeli ideolojiye sahip olan varlıklar bu gün dünyanın en tehlikeli ve en acımasız varlıklarıdır. Her biri  şeytanın insan silüetine bürünmüş şeklidir.. Bu insan dışı varlıkların kendi yöneticilerinin hayallerini gerçekleştirmelerinde olağan üstü gayret sarf ettiğini biliyoruz.

Ama bu yurt dışı aparatlarını da kullanarak “Büyük İsrail” “yaratmanın” peşinde olan İsrail’in büyük şeytanları son hgelişmelrle bu “Büyük İsrail”in bir ütopyadan ibaret kaldığını anlamış olmamalılar. Ve 1967’de popüler olan "Güneye ve kuzeye gidelim, Kızıldeniz'e ulaşalım, Golda Meir ve savaş tanrısı Moşe Dayan bize yol göstersin." Şarkılarının ruhlarını tatmin eden basit sözlerden ibaret kaldığını da..

Çünkü İsrail her açıdan yenildi..50 Bine yakın insanın katledilmesi ile üstünlük naraalrı atmalarına bakmayın.

İlk kez bir İsrail Başbakanı için Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden tutuklama emrinin çıkmasından tutun, İspanya, İrlanda ve Norveç gibi bazı Avrupa ülkelerinin Filistin'i bağımsız bir devlet olarak tanımasının getirdiği siyasi yenilgiye kadar her gösterge o şarkının sözlerinin sadece sözde kaldığının göstergesi oldu.

Bakmayın “Hizbullah’ı, Hamas’ı zayıflattık” demelerine..Tarih; zayıflatıldığı zannedilip de sonra eskisinden çok daha güçlü şekilde ortaya çıkan güçlerin örnekleriyle doludur. Mesela Naziler Kızılordu’yu birkaç çarpışmada zayıflattığını zannediyordu ama Kızıl ordu daha sonra Kursk'ta Nazileri adeta tarih sahnesinden sildi.

Demek ki neymiş?; zayıflamak mağlup olmak anlamına gelmiyormuş.

Bunu şuan da görüyoruz..Sinvarî öldürerek Hamas’ı, Nasrallah’ı öldürerek Hizbullah’ı bitirdiğini düşünen İsrail’in rehine değişiminde Hamas mücahitlerinin gövde gösterisi karşısında şaşkın a dönmediğini mi zannediyorsunuz? Ya da Hizbullah’ın halen İsrail’i zorlamadığını mı? Ve İsrail kamuoyu ve medyasındaki onur kırıcılığının göstermelik olduğunu mu?

Yemen,Irak,Lübnan,Gazze gibi yerlerde farklı direniş guruplarının giderek daha bağlantılı şekilde organize olup İsrail’in gücüne karşı koyduklarını düşünürseniz İsrail kamuoyundaki acziyet ve aşağılanmış duygusunu daha rahat anlarsınız.

Üstelik şuanda Suriye’deki devrimle birlikte yeni bir engel ya da blok daha oluştu; Türkiye

Yurt içindeki tüm dedikodu veya hayal ürünü siyasi çıkar polemiklerine rağmen Türkiye’nin Suriye üzerindeki egemenliği İsrail için büyük tehlike olduğunu kendileri kendi aralarında tartışıyorlar, bizlerin bir şeyler söylemesine gerek yok. Trump korkusu nedeniyle bölgeden çekile İran’ı da düşünürseniz..

Üstelik Suriye’deki bu gelişmeyi sadece bu yönüyle ele almamak lazım. Aslında bu gelişme Arap dünyasının aslına dönmesinin başlangıcı da olabilir. Yani bu gelişme; 1. Dünya savaşından sonra “yaratılan” sahte milletler ve sahte devletler yavaş yavaş ete kemiğe bürüne bilen, kendi medeniyetlerini temsil eden yapıya sahip olabilmenin başlangıcı olabilir..

Son tahlilde;gerek İsrail’in vahşeti ve yayılmacılığı gerekse Suriye’deki devrim Ortadoğu’daki Arapların kendilerine çekidüzen vermelerine ve kendi medeniyetlerini aslına döndürmeye, sahte sıırlar,sahte devletler,sahte milletlerden gerçekçi,emperyalizmin farkında olan bir medeniyet oluşturmalarına zemin hazırlamış olabilir..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zelensky ve Kolomoisky..

Ne ara insanlığınızı kaybettiniz! “Benden Olmayan Herkes Ölsün” Duygusu

Kürt Sorunumu Terör Sorunu mu?

Mossad & CIA işbirliği mi?

Üç harfli İngiliz piyonları: SAS

Uyanış Büyük Türkiye

Sosyal Medya

Neden Bir “15 Temmuz Yasası ”Çıkarmayalım ki!

2022’nin Eğitim Sitemini 1924’ün Kanunlarıyla Yürütemezsiniz..