2.Bayezıt neden Yahudileri yok olmaktan kurtardı?
2.Bayezıt neden Yahudileri yok olmaktan kurtardı?
Bu yazım da konuyla ilgili hamasetten uzak tarihi bilgilere
yer vermeye çalıştım. Yazıyı yazarken
notlarımı gözden geçirip araştırma yaptığımda ilginç bilgiler ve acı dolu hikayelerle
karşılaştım ama tabi ki hikayeden çok
tarihi bilgilerle donanmış bir yazı olmasına
dikkat ettim. Bence bu birkaç sayfada net bilgi sahibi olacak ve keyifle
okuyacaksınız. Umarım dediğim şekilde olur..
468 yılında Vizigotlar’n Toledo şehrini kurmasıyla başlayan
ve Latince olarak Hispania olarak isimlendirilen İspanya’da, Kral Witiza’nın
ölümü üzerine taht mücadelesi başlaması ve Kralın küçük yaştaki oğlu Achila
(Aşil)’in Müslümanlardan yardım istemesiyle 710’da Tarif bin Mâlik’in emrindeki
500 kadar askerle İber Yarım Adası’na çıkarma yapmasıyla Müslüman hakimiyetinin
temeli atılmış ve Tarık Bin
Ziyad’ın “Cebelü’l-Feth” karargâhını
kurmasıyla da hakimiyet sağlanmış,
Vizigotların belinin kırılması ve İber yarım adasında Müslüman hakimiyetinin
kurulması sadece 6 ay sürmüştü.
Bu tarihlerden itibaren Müslümanlar burası için “Vandlların yurdu” anlamına gelen
“Vandalus”tan esinlenerek Endülüs ismini kullanmaya başlamışlardı.
İber Yarım Adasında bir çok İslam Devleti kurulmuş ve bu
İslam devletleri gelişmiş bir medeniyete sahip olan Müslümanlarla Avrupalılar
arasında kültürel ve bilimsel köprü görevini görmüştü.
Müslümanların İspanya’yı fethiyle birlikte daha fazla
Yahudi’nin buraya göç etmesi ve Müslümanların onlara kapılarını sonuna kadar
açıp aynı mahallenin sakinleri olarak yaşaması, her gittiği ülkede sürgüne
maruz kalan bu Yahudiler için soylarının devamını sağlayan büyük bir fırsattı.
Müslümanlar yarımadaya çıktıktan sonra Cordoba, Malaga, Gırnata Sevilla ve Toledo şehirlerindeki Yahudileri
silahlandırarak kendi şehirlerini savunmalarına imkan tanımış ve sadece 1
Dinarlık vergi almakla yetinmişlerdi.
Tabi ticaret konusunda kabiliyetli olan Yahudiler -ki buradaki
Yahudilere Sefarad Yahudisi denmiş-
zamanla fazlaca zenginleşmiş ve çeşitli bilim dallarında çalışmalar yapmış,
Arapça, Latince, Yunanca ve İbranice dilleri arasında çeviriler yaparak Endülüs
medeniyetinin kalkınmasına büyük katkıda bulunmuşlardı. Bu döneme kadar buraya
yerleşmiş olan milyonlarca Yahudi ve Müslüman İslam Devleti şemsiyesi altında
Hristiyanlarla birlikte barış içinde yaşamışlardı
Hatta Yahudiler günümüz de dahil olmak üzere tarihin en
rahat ve konforlu dönemlerini Endülüs Müslümanları döneminde yaşamışlardı. Öyle
ki; bu dönemde el üstünde tutulan bir tabip ve aynı zamanda diplomat olan
Yahudi Hasday İbn Şaprut’un bu dönemde kendini Müslümanlara o kadar borçlu
hissetmiş ki Müslümanların tedavisinde çoğunlukla ücret talep etmemiştir
yıllarca. Halife 3. Abdurrahman da Hasday İbn Şaprut’a siyasi ve idari
görevlerinin haricinde toplumsal birliğin korunması adına bazı sorumluluklar da
vermiştir.
Ancak tarih 1479’u gösterdiğinde, olduğundan çok fazla
abartılan Kolomb’un deniz yolculuklarına bol bol sponsor olan Kastilya
Kraliçesi I. Isabel, Aragon kralı II. Fernando ile evlilik sözleşmesi yaparak
güçlerini birleştirdiğinde Yarımada’da her şey eskisi gibi olmayacaktı. Nikâh
yoluyla sağlanan İspanya siyasi birliği, Reconquista Hareketi denilen
Yahudi-Müslüman soykırımının temeli atılacaktı.
Ve bu tarihten itibaren insanlık tarihinin gördüğü en
görkemli kültür ve medeniyet imparatorluklarından birisi olan Endülüs'te
yaşayan yüz binlerce Müslüman ve Yahudi İspanyolların vahşetine, katliamına
maruz kalacaktı.
Kolomb’un katliamlarına sponsor olup katliam konusunda
tecrübe sahibi olan ve tarih notlarına “cömert Kraliçe” olarak lanse edilen
İsabel için kafasında tasarladığı katliam planının oluşturulması çok da zor
olmayacaktı.
Özellikle Yahudilere yönelik kitlesel katliamlar tarihin
gördüğü en vahşi biçimde gerçekleştiriliyordu. 1 milyona yakın Yahudi, tarihin gördüğü
en barbar mahkemelerinde, Engizisyon ’da yargılanarak sürgün edildi, hapse
atıldı, din değiştirmeye zorlandı veya idam edildi.
Yahudilere yöneltilen en büyük suçlama ise Katolikliği Yahudileştirme ve Hristiyanları
çarmıha germe gibi adetleri olduğu
iddiasıydı.
. Yahudilerin İspanya'da kökünü kazımaya karar veren
Kastilya Kraliçesi I. Isabel kocasıyla beraber insanlık tarihine kara bir leke
olarak geçen şu fermanı çıkarttı:
“Tanrı'nın inayeti ile ülkeyi, yani Kastilya, Aragon,
Leon, Mursia, Mayorka, Sardunya, Granada ve Navara'yı yöneten biz Ferdinand ve
İsabella… Anusim'in (Marranos) feryâd ve figanları bize kadar ulaştı. Onların
bazılarının yakılması bazılarının da ömür boyu hapsedilmesine karar
verilmiştir… Engizisyon memurları onların şeytanî davranışlarını araştırmaya
başlamışlardır.
Bunlar, Anusim'in serkeş tavrı ve Hıristiyanlığın
gereklerini yerine getirmelerinin asıl sorumlularının Yahudiler olduğunu tespit
etmişlerdir. Yahudiler onlara kendi yaşam tarzlarını, hukuk kurallarını ve
inançlarını öğrettikleri gibi, oruç ve bayramlarının esaslarını da
belletiyorlarmış.
1 Mayıs'tan itibaren temmuz ayının sonuna kadar 3 ay içerisinde Yahudilerin
krallığımız topraklarından bir başka memlekete gitmeleri gerekmektedir. Bu
emrimize itaat etmeyen, belirtilen süre içerisinde ülkemizi terk etmeyen
Yahudiler, bulundukları yerde idam edilecekler ya da
Hıristiyanlaştırılacaklardır…”
Kraliçe ve
kocasının bu yönde çıkardığı Elhamra
Kararnâmesi ise sadece Yahudileri değil Müslümanları da kapsıyordu.
Yahudiler ve
Müslümanlar iki seçeneğe muhtaç bırakılacaktı;ya vaftiz edilecekler ya da
Engizisyonun acımasız işkenceleriyle can vereceklerdi. Tabi yarımadayı terk
etmedikleri takdirde olacak olan buydu.
Buna göre ya vaftiz ile Hristiyanlığı kabul
edecekler ya da geri dönmemek üzere ülkeden gönderileceklerdir
Müslüman ve
Yahudilerin din değiştirmelerine yönelik baskı ve işkence akıl almaz
boyutlardaydı. Bir kağana göre 500 bin Müslüman ve Yahudi bir gecede diri diri
yakılmıştı. O dönemin Müslüman Benî Ahmer Prensi XII. Muhammed Ebu Abdullah
es-Sağir Osmanlı’ya bir “feryatname” yollamış ve katliamın
ayrıntılarını anlatarak yardım talep etmişti.
Dönemin Osmanlı
padişahı 2. Bayezid bu feryatnameye karşı ilgisiz kalmayacaktı. Zira
kişiliğindeki naiflik, vicdani yapısı, ve siyaseten de pragmatist duruşu bu
ilgisizliğe engeldi. Nitekim uzun uzun müzakereler neticesinde Endülüs’e yardım
kararını bir fermanla ilan edecekti.
Padişahıın
özellikle Yahudilere yardım etme konusundaki istekliliğini sorgulayıp
araştırdığımızda iki neden ön plana çıkmaktaydı: Birincisi; kişiliği, ikincisi Pragmatist
yaklaşımı..
Padişahın kişiliği
konusunda sadece Andrea Girtti’nin İstanbul Balyozu (büyükelçi) görevinde iken
Venedik Senatosu’na yazdığı rapordaki cümlelerden kanaat sahibi olabiliriz. Bu
rapora göre: “Boyu ortadan yüksektir… Hiç içki kullanmaz; gençliğinde içerdi,
babasının baskısı sebebiyle tövbe etmiştir. Az yer. Ata binmekten pek hoşlanır.
En sevdiği şey av ve atlı sporlardır. Dini merasimlere dikkatle riayet eder ve
bol sadaka dağıtır. Felsefe ve astronomi ile meşgul olur…”
Padişahın pragmatist
bakış açısına gelince:
Vandalların
idaresinde uğursuzlukların , kıtlığın ve afetlerin sebebi olarak görülen ve 694’te köle statüsüne düşürülen Yahudiler Osmanlı Devletinden
yüzlerce feryatname ile yardım istediklerinde 2.Bayezıt onların ticari
zekalarından yararlanmanın uygun olacağını düşünmüştü. Zaten Yahudilerle ilgili müspet kanaate sahipti kendisi.
Bu müspet algıynın
oluşmasında etkili olan etkenlerden biride Boğdan seferi sırasında karşılaştığı
Yahudilerdi. 1484 Boğdan Seferi sırasında Akkirman’ı ele geçirdikten sonra bu
bölgede oldukça zengin ve ticari ağları geniş olan Yahudilerle haşır neşir
olmuş ve onlardan etkilenmişti.
2. Beyazıt, bu nedenlerle
yani Yahudilerin ticari etkinliğinden hareketle Osmanlı’yı kalkındıracağı
öngörüsünde bulunmuş ve Endülüs Yahudilerine yardım gönderemeye karar vermişti.
Karar verdiği
süreçteki istişarelerin birinde Veziriazam Koca Davut Paşa ile yaptığı
konuşmada şu cümleleri sarf etmişti: “Bu krala nasıl akıllı ve uslu Fernando
diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini
zenginleştiriyor.”
Yani padişahın
Yahudilere yardım etme konusundaki fikri vicdani boyutun ötesinde neredeyse
tamamen faydacı bir anlayış çerçevesindeydi.
Sonrasında Cem Sultan hadisesinin getirdiği olumsuz şartlara
ve tarihin en büyük doğal afetlerinin yaşandığı
zorlu koşullara rağmen Kemal Reis
komutasında bir donanma göndermiş, Cebre adasında üs kuran Kemal Reis, yeğeni
Piri Reis ile birlikte İspanya kıyılarından aldıkları Müslüman ve Yahudileri
Kuzey Afrika ve İstanbul kıyılarına taşımıştı.
Zaten Endülüs’teki Yahudiler kaçışlarında hedef ülke olarak Osmanlıyı çoktan tercih etmişti.Zira Osmanlıda
keyif yapan Yahudilerden dindaşlarını davet eden binlerce mektup almışlardı.
Endülüs’ten getirilen Yahudiler ağırlıklı olarak Partos,
Korfu, Manastır, Larissa, Gelibolu, İstanbul, Amasya, İzmir, Bursa ve Selanik’e
yerleştirilmişti. Böylece Osmanlı tebaası içerisinde Yahudilerin sayısı hatırı
sayılır şekilde artmış ve devlet kaynaklarında geçen “Araplaşmış” anlamındaki
“Müsta’riba” kavramı ile isimlendirilmişlerdi.
2. Beyazıt’ın öngörüsü bir süre sonra haklı çıkmış ve Yahudiler
hem kentlerin kalkınmasını sağlamış hem
de Osmanlı’da ihtiyaç duyulan doktor, mühendis ve bankerler ile nitelikli
işgücü açığını kapatmışlardı. Ticari faaliyetlerin canlanması da cabasıydı.
Hatta I. Ahmet döneminde birçok ülke ile diplomatik
ilişkiler kurularak kara yolu üzerinden Belgrad, Selanik, Bursa, İstanbul ve
Adana’ya Müslüman ve Yahudiler kabul edilmişlerdi.
Osmanlı Devleti kısa sürede tüm Yahudilerin tek ve anavatanı
olmuş, bu ülkeden başka hiçbir ülke düşünemez duruma gelmişlerdi.
Ama kendilerinin varlık sebebi olan milleti zamanı geldiğinde
acımasızca katledip Isabel ve Fernando’yu aratacak vahşete imza atacaklarını
kim bilebilirdi ki?
Yorumlar
Yorum Gönder