"Tarihte insanla mikrop arasindaki mücadele lerde mikroplar yer yer büyük zaferler kazanmışlardır..."
"Tarihte insanla mikrop arasındaki mücadelelerde mikroplar yer yer büyük zaferler kazanmışlardır..."
İyi okumalar. .
Dunya, Tarihler 1918''in Mart ayını gösterdiğinde,milyonların canını alacak olan bir salgınla tanışacaklardı. Ispanyol Gribi ya da bizdeki adıyla İspanyol Nezlesi..
4 Mart akşamındaydı ilk vaka tespiti. Bunun yeni bir virüs olduğunu yazdı gazeteler. Ancak burun akıntısı dışında bir belirti veremiyordu ilk zamanlarda ve doğal olarak insanlar için endişelenecek bir durum yok gibiydi..
Taa ki, kısa değil bir hafta sonrasına kadar..
O hafta bir anda yere yığılan insanlar, kısa gelecek zamanda 100 milyon insanın ölümünün habercisydi adeta.
O dönemde bu güne kıyasla global ölçekte bir insan hareketliliğinin olmadığını düşünup , bu nedenle pandemiye dönüşmesini ve ölüm rakamlarını abartı bulabilirsiniz...oysa..
Gribin pandemiye dönüşmesinde ve küresel yayılımında I. Dünya Savaşı sırasındaki Atlantik aşırı asker hareketleri önemli rol oynamıştır ve bu hareketlilik günümüz insan hareketliliğinden oransal olarak farklı değildir.
Tıpkı Covid salgını gibi bu salgın da bAvrupa’dan Amerika ve Avustralya’ya, Asya’dan Afrika’ya kadar her coğrafyada yayılmış ve demografik, ekonomik ve sosyal, ağır sonuçlara yol açmıştır.
Bu ağır sonuçları göğüsleyemeyen bazı ulus devletler, kurumlarının yetersizliği ve nihayetinde çöküşü nedeniyle her alanda erozyona uğramıştı..Çünkü:
Sosyolog Kathleen Tierney’in deyişiyle “büyük felaketler”in artık “yeni normal” olduğu ve değişimin de hızla gerçekleştiği, 20.yüzyılın ilk çeyreğindeki bu salgın,kurumların yetersizliği ve insan ölümlerinin takip edilemeyecek boyutlara ulaşması nedeniyle ulus devletlerde siyasi ayrışmaları körüklemiş, kutuplaşmayı fikri düzeyde bırakmamış; çatışmalara dönüştürmüştü.
Yani salgın, kendisinin yol açtığı "tıbbi ölümlerin cok daha fazlasını sosyal ve siyasi çekişmelerin, çatışmaların sebep olduğu ölümlerle kendini göstermişti; Yine salgın, sadece tıbbın hatta öncelikli olarak tıbbın konusu olmaktan çıkmış toplum biliminin konusu haline dönüşmüştü.
Toplumcu tıbbın kurucularından Rudolf Virchow, 1847–1848 yıllarında Yukarı Silezya’da ortaya çıkan tifüs salgınını araştırırken salgının olağanüstü yayılmasındaki nedeni,sosyal-ekonomik ve siyasi huzursuz luklarda aramış ve son kertede ve o meşhur cümlesini kurmuştur:
“Tıp, bir sosyal bilimdir ve politika geniş ölçekte uygulanan tıptan başka bir şey değildir."
Oldukca yerinde bir tespit; çünkü,salgınlar tarih boyunca, sadece,bir ülkenin, içinde barındırdığı toplumun "kromozom yapısını" bozmakla kalmamış milletlerarası ayrışmayı en derin biçimde körüklemişti.
Örneğin Kara Ölüm’ün ardından 1630 yılında patlak veren veba dalgasında, İspanya’daki Fransızlar "zehir saçan insanlar" olarak damgalanmıştı.
Tarih boyunca, salgınlar toplumsal alanda cesaretin, fedakarlığın, uyuşukluğun , tem belliğin ve en önemlisi cehaletin olağanüstü biçimde etkileşim içinde olduğu bir soyal -demografik yapıyı oluşturmuşlardı.
Tıpkı günümüzde olduğu gibi veya 19. yüzyıl boyunca devam eden kolera salgının oluşturduğu "sosyolojik ilginçlikler"de olduğu gibi..
O dönemde de temel olarak, tartışmanın iki tarafı vardı:"bulaşıcılık teorisini savunanlar ve buna karşı çıkanlar."
"Bulaşıcılık karşıtları (anticontagionist) görüşlerini daha geniş anlamıyla miasma teorisine dayandırıyordu; yani hastalığın kötü ya da kirli havadan kaynaklandığını, havanın teneffüs edilmesiyle insanlara bulaştığını
iddia ediyor ve mikropların insandan insana bulaşma fikrini reddediyordu"
Ancak günümüzdeki farkı şuydu: o dönem "karşıtları " karşıtlıklarını bilimsel teorilere dolandırırken, günümüz karşıtlarının, karşıtlıklarını dayandırdığı bilimsel teoriler hemen hemen hiç yoktur..oysa tersi olması gerekmezmi?
Her dönemde salgınlar, egemen ve güçlü devletlerin "haklı",;buna karşılık zayıf ve yoksul devletlerin "suçlu" gösterildiği sosyal ve siyasi bir vak'ayı ortaya koymuştur..
Yukarıda örnek gösterdiğim " zehir saçan Fransızlar" gibi.
Tabi salgınların dini yaşantılara etkisini ve dahi "Tanrı 'salgın ilişkisine " olan bakış açılarındaki farklılığı arttırmasını göz ardı etmemek gerek.
Örneğin "sosyolog Mcneill, vebanın toplumsal yaşama en önemli etkilerinden birinin din ve
inanç alanında olduğunu belirtmemiştir. Salgının neden olduğu şiddetli sarsıntı nede niyle Tanrı’nın gazabı ve insanların günahına karşılık bir bela olarak algılanması, bazı insanları hedonizme yöneltirken, bazılarını da diğer uca, münzeviliğe itmiştir."
Günümüz "modern yüzyılda" da dünya çapında bu tür eğilimlere yönelenlerin sayısı hiç de azımsanacak oranda değil.
Türkiye 'deki gibi Islamiyeti hertürlü bağnazlık tan ve dogmatizminden uzak yaşayan ( genel olarak söyledim) toplumlar bu ilişkiyi belli bir dengede götürüyorlar ama tamamı için bunu söylemek güç. .
Yorumlar
Yorum Gönder